19 Aralık 2011 Pazartesi

La promesse: Vicdan Mantığı Yener!

"Dardenne Kardeşler", sinema dünyasını biraz olsun takip edenlerin, yeni filmlerini heyecanla beklediği iki yönetmen; ancak film cahili bendeniz bu yönetmenleri bu yıl tesadüfen tanıdım. Son filmleri Le gamin au vélo (Bisikletli Çocuk), Cannes Film Festivali'nin "Jüri Büyük Ödülü"nü Nuri Bilge Ceylan'ın "Bir Zamanlar Anadolu'da"sıyla paylaştı. Bu yıl İzmir'de de düzenlenen Filmekimi'nde izlediğim yegâne film olan Bisikletli Çocuk, Dardenne Kardeşler ile ilk randevum oldu. İster istemez Bir Zamanlar Anadolu'da ile kıyasladığım ve belki de yanlış olan bu kıyaslama nedeniyle pek sevemediğim bir film olan Bisikletli Çocuk'tan sonra dün, 6 yıl sonra İzmir'e gelen Gezici Festival kapsamında Dardenne Kardeşler'e ait iki film daha izledim: Le fils (Oğul) ve La promesse (Söz). Bu kez her iki filmi de sevdim; ancak bu yazımın konusu oluşturan Söz bana, Dostoyevski'nin Suç ve Ceza'sını okuduğum zamandan beri kendime sorduğum bir soruyu tekrar sordurttu: Kendimizce mantıklı olduğunu düşündüğümüz sebeplerle vicdanımızın sesini susturmak mümkün mü?
Dardenne Kardeşler'in 1996 yapımı filmi Söz, bu soruya şöyle bir yanıt veriyor: Hayır, vicdan mantığı yener! Filmin başında bir tamirhanede gördüğümüz ve birkaç sahnede küçük hırsızlıklardan keyif alan biri olduğunu anladığımız, kaçak yollardan ülkeye giriş yapan kişilere babasının patronluğunda oldukça kötü koşullarda barınacak yer bulan ve onlara fahiş fiyatlarla temel ihtiyaçlarını gidermeye yarayacak ürünler satan bir çırağın vicdanının hikayesi aslında Söz. Serseri ve para düşkünü bir babanın serseri ve para düşkünü oğlu Igor'un hayatı, müfettişlerin, kaçak işçi çalıştırdıkları gerekçesiyle baba Roger'ın sorumluluğundaki bir şantiyeye teftişe gelmesi, bu teftiş öncesinde, filmin başında karısını ve yeni doğmuş çocuğunu ülkeye getiren Amidou isimli bir kaçağın iskeleden düşerek ölmesi ile allak bullak olur; çünkü Amidou ölmeden hemen önce Igor'dan karısına ve çocuğuna bakacağına dair söz vermesini ister.  Amidou'nun karısı Assita'dan bu ölümü gizleme kararı alan baba, kendisinin de Igor'un da çıkarlarına en uygun olan şeyi; Assita'dan bir şekilde kurtulmanın yollarını arar: Amidou ortadan kaybolmuştur ve Assita'nın yapacağı en akıllıca iş Amidou'nun İtalya'daki erkek kardeşinin yanına gitmektir; ancak verdiği söz, Amidou'nun cesedinin üzerine çimento döken umursamaz ve bencil baba Roger'a inat, Igor'un genç, serseri ve para düşkünü ruhunda bir deprem yaratır. Bir anlamda o ölümden sorumlu olan Igor'u bir kolundan mantığı diğer kolundan ise vicdanı çekiştirmektedir.
İnsanları hayvanlardan ayıran şey nedir? Biyolojik açıdan hayvanlardan bir farkımız yok, farklı DNA sarmallarına sahip olsak da aynı hücreleri taşımaktayız. Uzun yıllar, özellikle Sanayi Devrimi'yle birlikte bilimin büyük bir hızla geliştiği 19. yüzyıldan  beri bu soruya verilen yanıt "Analitik düşünebilme, öğrenebilme ve öğrendiğini aktarabilme yeteneği" şeklinde olmuştur; ancak özellikle günümüzde bu soruya bu şekilde kesin bir yanıt vermek artık olanaksız. Biliyoruz ki farklı algı düzeylerinde de de olsa hayvanlar da düşünebiliyor, alet geliştirebiliyor, geliştirilmiş bir aleti çözebiliyor, öğrenebiliyor ve öğrendiklerini aktarabiliyorlar. Şu halde sorumuz hala yanıtsız: İnsanları hayvanlardan ayıran şey nedir?
Bu soruya günümüzde pek çok farklı yanıt verilebilir sanırım; ama bir sıralama yaparsak ilk beşe alacağımız yanıtlardan biri de vicdandır. Dardenne Kardeşler'in bu soruya Söz'de verdikleri yanıt da bu: İnsanı insan yapan şeylerden biri de vicdanıdır! Verdiği sözün altında ezilen vicdanına kulak veren Igor, aslında kendi çıkarlarına bütünüyle aykırı davranmaktadır. Roger, Assita'yı söylediği bir yalanla İtalya'ya gitmeye ikna etmiştir; ancak Igor'un vicdanı buna el vermez. Verdiği söz, kişiliğindeki bütün o çıkarcı ve sorumsuz yanları susturmuş ve içindeki insan konuşmaya başlamıştır. Igor'un vicdan azabı filmin sonunda doruğa çıkar ve yaptığının sonuçlarına katlanamayıp bütün suçunu itiraf eden Raskolnikov gibi, Amidou'nun öldüğünü, babasıyla birlikte üzerine çimento döktüklerini, kendisinin buna karşı çıkmasına rağmen Roger'ın bu ölümü ondan gizlediğini Assita'ya itiraf eder. Üstelik bunu, Assita'dan kurtulmaya en yakın olduğu anda yapar. Igor'u bu itirafın ardından, Assita'yla birlikte bir tünelin sonunda gerisingeri yürürken görür, filmi bitiririz. Analitik düşünceyle hareket eden Igor için aslolan kendi çıkarıdır; Assita'yı orada bırakmalı ve yoluna devam etmelidir; ancak onu insan yapan değerlerden biri, vicdanı buna izin vermez.
Bisikletli Çocuk'u sevmememin bir nedeni de kurduğu iyimser dünyaya inanamamamdı.  O filmdeki tesadüf bana fazla zorlama gelmişti. Söz de iyimser bir dünya kuruyor; ama sorduğu soru ve verdiği yanıt ile beni kalbimden vurdu: Vicdan mantığı yener! Bir diğer deyişle, ne olursa olsun insanlık bir şekilde kazanır.
Dileyelim ki Dardenne Kardeşler haklı olsun...

14 Aralık 2011 Çarşamba

Don Quijote: Hepimiz için için donkişotluklar yapmak isteriz!

Mayıs ayında ard arda gelen yazılara inat 2 aydır suskundum. Bir şey yazacak kadar kafamı toplayamamam bir neden elbette; ancak asıl önemli neden üşengeçlik! 2 ay süren bu üşengeçliğe Cervantes'in ünlü romanı La Mancha'lı Yaratıcı Asilzade Don Quijote ile ilgili bu yazımla bir nokta koyuyorum, haydi hayırlı olsun!
Kimin sözüydü hatırlamıyorum (aklımda kaldığınca yazıyorum); ama klasik eserlerle ilgili şöyle bir cümle okumuş ve çok beğenmiştim: Klasikler, hiç okumadan da üzerine konuşabileceğiniz kitaplardır. Bu söz, hiçbir şey okumadan edebiyatla ve bilhassa klasiklerle ilgili beylik sözler söylemeyi pek sevenlere bir yergi olarak alınabileceği gibi klasik romanların evrenselliğiyle ilgili bir övgü olarak da düşünülebilir. Birçok kişi, Suç ve Ceza'yı hiç okumamış olmasına karşın Raskolnikov adına aşinadır söz gelimi ve yaşadığı ikirciğe yorumlar getirir. Kendince haklı sebeplerle huysuz bir tefeci kadını öldüren Raskolnikov'un yaşadığı vicdan azabını ve ruhundaki gel-gitleri kulaktan dolma olsa da duymuş biri, bu duyguları anlar ve onlara bir şekilde ortak olur. Raskolnikov, bu evrensel duyguların ete kemiğe bürünmüş halidir adeta; dolayısıyla Suç ve Ceza'dan bihaber olsak da, baş karakterin yaşadıklarıyla ilgili söyleyecek birkaç sözümüz vardır.
Edebiyat tarihinde Raskolnikov gibi bir sürü karakter bulmak mümkün: Madam Bovary, Prens Mişkin, Karamazovlar, Anna Karenina, Büyük Birader...Yine de bir karakter var ki tüm bu saydıklarımızdan daha popüler; öyleki adı yaşantısıyla bütünleşmiş ve sembol olmuş bir karakter. 400 yıldır tekrar tekrar anlatılan ve hatta yazılan hikayesine bir şekilde aşina olduğumuz; herhangi bir zamanda herhangi bir yerde bir adeta bir süperkahraman gibi yaşadığına inanmak istediğimiz ve bir yandan yaşadıklarına, deliliğine gülerken diğer yandan "keşke onun gibi olabil"meyi dilediğimiz bu karakter La Mancha'lı Yaratıcı Asilzade Don Quijote ya da daha bilinen yazımıyla Don Kişot! Cervantes'in karakteri o denli meşhur oldu ki yaptığı o delilikler kendi adıyla anılır oldu. Dahası, yıllar geçtikçe daha da kutsanan ve -yukarıda da belirttiğim gibi- bir süperkahraman halini alan; romanda insanları güldüren delilikleri donkişotluk olarak olumlu bir şekilde anılan bir karakter oldu yaratıcı asilzade. Ben bu yazıda karakterin kendisinden bahsederken Don Quijote adını, deliliklerinden bahsederken donkişot tabirini kullanacağım. 
Miguel de Cervantes Saavedra'nın tarafından 400 yıl önce kaleme alınan ve roman türünün ilk örneği sayılan 2 ciltlik bu eserin ilk cildini yeni bitirdim. Yıllardır bir şekilde adını duyduğum ve değirmenlere karşı savaşmasıyla ünlü olan bu deli-kahramanın maceralarını keyifle okudum. Post-modern anlatıyı bile müjdeleyen bu ilk romanla Cervantes, romanın babası ünvanını haklı bir şekilde elde etti ve diğer tüm yazarları üvey baba konumuna düşürdü. Elbette bu üvey babalar, Kemalettin Tuğcu romanlarında anlatılanların aksine, Cervantes'ten olma bu çocuğu büyüttüler, geliştirdiler ve edebiyatın başat anlatım tarzı haline getirdiler; ancak yüzyıllar sonra dahi keyifle okunan bu romanla Cervantes, sadece unutulmaz ve metaforik bir karakter (hatta bir ikili) yaratmakla kalmadı; aynı zamanda bu üvey babalara fikir babalığı yapmış oldu.
Ucuz şövalye romansları okuyarak deliren (aslında buna tam da bir delirme denemez; Don Quijote, kitapta pek çok kez belirtildiği gibi, aslında son derece zeki ve ünvanının içini dolduracak kadar da asil biridir. Sadece şövalyelik söz konusu olunca mantıklı düşünme yetisini kullanamaz.) Don Quijote'nin hikayesini "yel değirmenlerine karşı savaşan adam" şeklinde özetlemek mümkündür; ancak bu oldukça eksik bir yorum olur. Aslında değirmenleri dev canavarlar zannederek onlara saldırması, kitapta oldukça kısa bir yer tutar; ancak tam bir donkişotluk olan bu hareket yıllar içerisinde büyümüş, genişlemiş ve kitaptan taşarak adeta onun bir özeti haline gelmiştir. Don Quijote denince bir kişinin gözünde mızrağını bir yel değirmenlerine doğrultmuş, cılız atı Rocinante'yi onların üzerine süren bir adam ve yanında gördüklerinin dev canavarlar değil, yel değirmenleri olduğunu anlatmaya çalışan Sancho Panza canlanır. La Mancha'lı Yaratıcı Asilzade Don Quijote romanını iki katmanda incelemek, bu romanın önemini anlamak açısından daha faydalı olacaktır:

  1. Öykünün nasıl ortaya çıkarıldığını anlatan ve üst kurmaca tekniğinin kullanıldığı (tam da bu noktada romanın post-modern anlatıyı müjdelediğini söyleyebiliriz.) birinci katman
  2. Don Quijote'nin ve Sancho Panza'nın bugün artık sembolik bir hal almış öyküsünün anlatıldığı ve ucuz edebiyatın yerden yere vurulduğu ikinci katman
Birinci katman olarak adlandırdığım ve post-modern anlatıyı müjdelediğini söylediğim üst kurmacayı ilk cilt için iki bölüme ayırabiliriz:
  • Romanı açan ve birinci bölümü anlatan; ancak başka bir kayda rastlamadığı için öyküsünü kesen birinci yazar
  • Birinci yazarın, anlattığı bölümü kapatmadan önce hikayenin devamını bulduğunu müjdelediği, bulduğu Arapça metni tercüme ettirerek bize sunan ikinci yazar
Roman tekniğinde üst kurmaca olarak adlandırılan bu kayıp metinler enstantanesi 400 yıl içerisinde büyüdü, yayıldı ve post-modern anlatının ayırıcı özelliği olarak ortaya çıktı (Tutunamayanlar, bu tekniğin Türk edebiyatındaki tipik örneğidir. Tutunamayanlar yayımlandığında bu ilk romanın üzerinden 367 yıl geçmişti). Cervantes'in yaptığı bu üst kurmaca, romanı; bir delinin başına gelen tuhaf ve komik olaylar olmaktan çıkardı ve yüzyıllar boyunca roman yazmak isteyenlere ilham veren bir kitap haline getirdi. Pek çok okur, bu ilk romanın biçimsel yönünden bihaber; ancak bu birinci katmanın bugün ikinci katmandan çok daha önemli olduğunu söylememiz mümkün; çünkü bu katman bize kimliği belirsiz bir sürü yazar yaratmakla kalmıyor aynı zamanda bu hikayelerin gerçek mi yoksa bütünüyle hayal ürünü mü olduğunu düşündürtüyor ki bu konu romanın başat sorunsalıdır: Bu oalyların ne kadarı gerçek, ne kadarı kurmaca? Eğer bu birinci ve ikinci yazarların belgelerine bakarsak, olaylar bütünüyle gerçektir ve belgeye dayanmaktadır; ancak diğer yandan okuduğumuz bir romandır; dolayısıyla kurmaca bir tarafının olması gerekmektedir. Romanlarda anlatılanlar bütünüyle gerçek değildir; zaten hikayenin ikinci katmanını oluşturan öyküde Don Quijote'ye anlatılmak istenen de budur.
İkinci katmana gelince; işte birçoğumuzun üzerine konuştuğu katman bu. Don Quijote denildiğinde aklımıza gelen bütün o donkişotluklar, kitabın ikinci katmanını oluşturuyor. Bütün bir kitabı oluşturan hikayenin yer aldığı katmanı ikinci olarak adlandırmamın sebebiyse, romanın üst kurmaca tekniğiyle açılması. Benim düşünceme göre, bu ikinci katman, bütünüyle hikaye anlatmaya ayrılmıştır. Don Quijote'nin Sancho Panza'yla çıktığı yolculuk, anlatılan irili ufaklı bütün hikayelere bir fon oluşturur. Başlarından bir sürü macera geçen ikiliyi izlerken, güzeller güzeli pek çok kadın ve erkek ile karşılaşır, onların hikayelerini dinleriz. Anlatılanlar da aslında romanlarındaki gibidir ve çoğunlukla aşk hikayeleridir. Cervantes burada okuyucuyu bir sürü değişik hikayeye boğar. Birinci kitap, bütün karakterlerin handa -Don Quijote'ye göre şato!- toplanmasıyla ve orada yaşananlarla son bulur.
Bu ikinci katmanın sırrıysa okuyucular olarak bizlerin, geçen zaman içerisinde Don Quijote'nin donkişotluklarına yüklediğimiz anlamlarda gizlidir. Don Quijote'nin donkişotluklarına güler, beri yandan o donkişotlukların kendi hayatımızdaki karşılıklarını yapabilecek cesarette olmayı dileriz. Tam da bu nedenle Don Quijote'nin aslında hiç vazgeçmemesini, Sancho Panza'yı ve diğerlerini hiç dinlememesini dileriz için için. Don Quijote'yi yel değirmenlerine karşı savaş açarken, sıradan bir leğeni değerli bir tolga zannederken, şarap fıçılarına kılıcını sokup devi öldürdüğünü, ortalığı kana buladığını düşünürken ve tüm bunların aslında olmadığını gördüğünde de "Bu şato büyülü!" diyerek yine donkişotluklarının gerekli olduğunda diretirken gördükçe için için mutlu olur ve onun haklı çıkmasını dileriz. Modern bir benzetme yapacak olursak Don Quijote, Godot'yu bulduğunu zanneden birisidir. Onun için Godot, maceracı bir şövalye olmaktır ve Don Quijote bunu hakkıyla yapmaktadır. Diğer yandan Sancho Panza'nın durumu Vladimir'in ve Estragon'ın durumuna benzer: Bir yanıyla efendisinin vaat ettiklerinin hiçbir zaman gerçekleşmeyeceğini, onun hasta olduğunu bilir; ancak  içini kemiren ya gerçekleşirse düşüncesinden bir türlü sıyrılamadığı için onun yanından ayrılmaz. Sancho Panza, ikilide ayakları yere basan tarafı oluşturur; ancak vaatlerin gerçekleşme olasılığı onun efendisinin yanından ayrılmasını engeller. Bu ikili arasındaki sembolik durum, kitabın yüzlerce yıldır tekrar tekrar okunmasının ve insanlara ilham vermesinin bir diğer nedenidir.
Yazıyı noktalamadan önce YKY'ye gerçekten teşekkür etmek istiyorum. Kazım Taşkent Klasikler Serisi içerisinde Roza Hakmen'in çevirisiyle yayımlanan La Mancha'lı Yaratıcı Asilzade Don Quijote kelimenin tam anlamıyla evladiyelik! Don Quijote'nin tam metin çevirisini hala almamış olan okuyuculara bu seriden çıkan baskıyı edinmelerini şiddetle tavsiye ederim.

Nice donkişotluklara!

2 ay sonra tekrar merhaba!