Dedem bir evliyâ değildi. Hataları, defoları, eksiklikleri, fazlalıkları olan biriydi; hepimiz gibi. Zihnimin elediği anılarımda elbette, güzelliklerin yanında nahoşluklar da var; ama dedemi düşününce onca anı arasında minicik, silik bir tanesi, ateşböceği misali parlayıveriyor.
Haneke'nin Yaratıcı Tercümesi: Piyanist
Uyarlama yapan bir yönetmenin birincil görevi, kendi estetik dili çerçevesinde bu atılacaklar istesini eksiksiz oluşturabilmektir. Bu, her ne kadar kolay gibi görünse de, aslında işin en kritik noktasıdır; zira belirli bir estetik kaygıyla tercüme yapılmalı, bu yapılırken neyin atılacağına, neyin başka bir şekilde anlatılacağına, nerelerin farklılaştırılacağına çok iyi karar verilmelidir. Haneke, Piyanist'te tam da bunu yapar.
Portrait of a Lady on Fire: Müziğin Hatırlatıcı Gücü Üzerine Bir Deneme
Montaigne bir denemesinde, kimi zaman zihnini oyuna getirmek için inandığı, doğru kabul ettiği bir düşüncenin tam tersini savunmaya çalıştığını ve şaşılası bir şekilde, kimi zaman düşündüğünün tam zıddı olan düşünceyi benimsediğini, en azından ona daha ılımlı bakmaya başladığını, ısındığını söyler. Montaigne'nin bu deneyini ben de pek çok kez uyguladım ve kafamda yerleşen, ben farkına bile varmadan tabu niteliğine erişen pek çok düşüncenin aslında nasıl, hızlıca yıkılıverdiğini hayretle fark ettim. Düşünceler çoğu kez, aslında hiç sorgulanmadıkları için taşlaşırlar; oysa John Cage'in dediği gibi bütün teoriler, aslında küçük bir ittirmeyle düşüverirler.
Yeterince Hüzün Yaşayamayan Adam Üzerine Bir Deneme
Şimdi düşünüyorum, ben de Bulut'un doludizgin yaşantısını, Don Quijote'nin yanındaki Sancho Panza gibi izlemişim. Bir yandan onun mücadelesinin boşa olduğunu düşünmüş, diğer yandan "Ya başarırsa?" diyerek coşkuyla akan o nehri izlemekten vazgeçememişim. Vâkur ve aklıbaşında(!) biri olarak boşa kürek çektiğini düşünmüş ama kendine inancına, atının terkisindeki tutkusunun onu diri tutmasına, dışarı taşan enerjisiyle yalnızca kendi yüreğine değil, etrafındaki herkesin içine sıcaklık salmasına ve hayatını gürül gürül çağıldatmasına hep gıpta etmişim. Belki de, içten içe, onun kadar çocuk olamadığım için söyleyemediğim şeyleri söylemesine, dışarıdan delilik gibi görünen samimiliğine hayran kalmışım.
Gençlik, Huzurbuçuk ve Umami Üzerine Bir Deneme
Bugün kafamı huzurbuçuğa çevirdiğimde, damağıma bir tatlı huzur çalınmasını sağlayan inançta en çok, gençliğe özgü o köksüz; ama saf ümidin tadı öne çıkıyor. O yıllarda, yani yimili yaşlarımızın başında, büyün bir içtenlikle atımızın terkisindeki ümitle dünyayı fethedeceğimize inanırız. Küçüklüğümüzden beri büyük bir hasretle beklediğimiz dümene geçme zamanı artık gelmektedir; senelerdir planladığımız, gerçekleşmesi için geminin kontrolünün başına geçmemiz gerektiğini düşündüğümüz şeyler, günbegün yaklaşırlar. İstikbal açık, diye düşünürüz. İstikbalimizi yapacaklarımız şekillendirecektir; öyle ya, her şey bizim elimizdedir! kendi kaderimizi çizeceğimizi ve bunu yaparken de, izlediğimiz filmlerde protagonistler gibi, zorlukların üstesinden bir bir gelip destanlar yazacağımızı; tıpkı kadim metinlerdeki kahramanlar gibi, yapacaklarımızla kendi adımızı kendimizin koyacağını tahayyül eder ve buna bütün saflığımızla inanırız. Hadi kabul edelim, bu inancımızı paylaşmayan herkes, bize biraz aptal gelir. Bizde iz bırakan her şey, biraz da bu inancın umamisiyle çoğalır.
Hayat Ağacı, İnciler ve Sakızlar Üzerine Bir Deneme
Dışarıda kalan şey, koca bir geçmiştir ve geçmiş, ne kadar uğraşırsak uğraşalım, kelimelere dökülemez. Hayat ağacımızın köklerine baktığımızda duyduğumuz hayranlıkla karışık o ürperti, kelimelerle ifade edilemez. Onu tüm ayrıntılarıyla anlatmaya çalıştığımızda bile, bir şeylerin eksik kaldığını; ne kadar detaylara girersek girelim bir şeyleri atladığımızı veyahut tam ifade edemediğimizi hissederiz.
Haneke'nin Yaratıcı Tercümesi: Piyanist
Uyarlama yapan bir yönetmenin birincil görevi, kendi estetik dili çerçevesinde bu atılacaklar istesini eksiksiz oluşturabilmektir. Bu, her ne kadar kolay gibi görünse de, aslında işin en kritik noktasıdır; zira belirli bir estetik kaygıyla tercüme yapılmalı, bu yapılırken neyin atılacağına, neyin başka bir şekilde anlatılacağına, nerelerin farklılaştırılacağına çok iyi karar verilmelidir. Haneke, Piyanist'te tam da bunu yapar.
Portrait of a Lady on Fire: Müziğin Hatırlatıcı Gücü Üzerine Bir Deneme
Montaigne bir denemesinde, kimi zaman zihnini oyuna getirmek için inandığı, doğru kabul ettiği bir düşüncenin tam tersini savunmaya çalıştığını ve şaşılası bir şekilde, kimi zaman düşündüğünün tam zıddı olan düşünceyi benimsediğini, en azından ona daha ılımlı bakmaya başladığını, ısındığını söyler. Montaigne'nin bu deneyini ben de pek çok kez uyguladım ve kafamda yerleşen, ben farkına bile varmadan tabu niteliğine erişen pek çok düşüncenin aslında nasıl, hızlıca yıkılıverdiğini hayretle fark ettim. Düşünceler çoğu kez, aslında hiç sorgulanmadıkları için taşlaşırlar; oysa John Cage'in dediği gibi bütün teoriler, aslında küçük bir ittirmeyle düşüverirler.
Yeterince Hüzün Yaşayamayan Adam Üzerine Bir Deneme
Şimdi düşünüyorum, ben de Bulut'un doludizgin yaşantısını, Don Quijote'nin yanındaki Sancho Panza gibi izlemişim. Bir yandan onun mücadelesinin boşa olduğunu düşünmüş, diğer yandan "Ya başarırsa?" diyerek coşkuyla akan o nehri izlemekten vazgeçememişim. Vâkur ve aklıbaşında(!) biri olarak boşa kürek çektiğini düşünmüş ama kendine inancına, atının terkisindeki tutkusunun onu diri tutmasına, dışarı taşan enerjisiyle yalnızca kendi yüreğine değil, etrafındaki herkesin içine sıcaklık salmasına ve hayatını gürül gürül çağıldatmasına hep gıpta etmişim. Belki de, içten içe, onun kadar çocuk olamadığım için söyleyemediğim şeyleri söylemesine, dışarıdan delilik gibi görünen samimiliğine hayran kalmışım.
Gençlik, Huzurbuçuk ve Umami Üzerine Bir Deneme
Bugün kafamı huzurbuçuğa çevirdiğimde, damağıma bir tatlı huzur çalınmasını sağlayan inançta en çok, gençliğe özgü o köksüz; ama saf ümidin tadı öne çıkıyor. O yıllarda, yani yimili yaşlarımızın başında, büyün bir içtenlikle atımızın terkisindeki ümitle dünyayı fethedeceğimize inanırız. Küçüklüğümüzden beri büyük bir hasretle beklediğimiz dümene geçme zamanı artık gelmektedir; senelerdir planladığımız, gerçekleşmesi için geminin kontrolünün başına geçmemiz gerektiğini düşündüğümüz şeyler, günbegün yaklaşırlar. İstikbal açık, diye düşünürüz. İstikbalimizi yapacaklarımız şekillendirecektir; öyle ya, her şey bizim elimizdedir! kendi kaderimizi çizeceğimizi ve bunu yaparken de, izlediğimiz filmlerde protagonistler gibi, zorlukların üstesinden bir bir gelip destanlar yazacağımızı; tıpkı kadim metinlerdeki kahramanlar gibi, yapacaklarımızla kendi adımızı kendimizin koyacağını tahayyül eder ve buna bütün saflığımızla inanırız. Hadi kabul edelim, bu inancımızı paylaşmayan herkes, bize biraz aptal gelir. Bizde iz bırakan her şey, biraz da bu inancın umamisiyle çoğalır.
Hayat Ağacı, İnciler ve Sakızlar Üzerine Bir Deneme
Dışarıda kalan şey, koca bir geçmiştir ve geçmiş, ne kadar uğraşırsak uğraşalım, kelimelere dökülemez. Hayat ağacımızın köklerine baktığımızda duyduğumuz hayranlıkla karışık o ürperti, kelimelerle ifade edilemez. Onu tüm ayrıntılarıyla anlatmaya çalıştığımızda bile, bir şeylerin eksik kaldığını; ne kadar detaylara girersek girelim bir şeyleri atladığımızı veyahut tam ifade edemediğimizi hissederiz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder