Sözcükler dergisi, 2015'in ilk sayısını (Ocak-Şubat 2015), doğumunun 100. yılı nedeniyle Aziz Nesin'e ayırdı. Özellikle ayırdı kelimesini tercih ediyorum; çünkü birçok edebiyat dergisinin dosyalarından farklı olarak bu sayı, bütünüyle ona ayrılmış. 20 yıl önce aramızdan ayrılan bu büyük yazarın anısını yad etmek isteyenlerin muhakkak incelemesi gereken bir sayı. Sözcükler Dergisi'nin bu sayısı vesilesiyle, Aziz Nesin'in yazarlığı ile ilgili epeydir beklettiğim bu yazıyı da tamamlamış olayım.
Bir önceki yazımda "(bazı) yazarlarda siyasi duruş o denli ön plana çıkar ki kimi kez yazarlıklarına haksızlık edilir" demiş ve Aziz Nesin'in, bu yazarlara örnek olarak verilebilecek bir yazar olduğunu söylemiştim. Bu yazımda, bu söylediğimin altını biraz olsun doldurmak gayesindeyim.
Aziz Nesin'den bahsedildiğinde çoğu kez duyduğumuz cümleler şunlardır: "Gördüğüm tüm çalışkan insanlardan daha çalışkandı.", "Eşsiz bir cesarete sahipti.", "Türkiye'deki aydınlar o öldüğünde 'Şimdi ne yapacağız?' diye düşündüler; artık düşünülmesi gereken her şeyi düşünen ve derhal faaliyete geçen bir Aziz Nesin yoktu!", "Canı pahasına düşünce özgürlüğünü savundu.", "Nesin Vakfı'nı kurarak, bir grup çocuğun kendi çektiği acıları çekmesinin önüne geçti."... Ne var ki bu cümlelerin hiçbiri, Aziz Nesin'in yazarlığına dair bir yargı içermez; hatta bu cümlelerde yazar olduğuna dair bir ipucu dahi yoktur. Hayatını bütünüyle yazı üzerine kurmuş biri için büyük bir üzüntü olsa gerek.
Aziz Nesin, bir yazar olarak, yaşadığı dönemde hep görmezden gelinmiş. Bunu yazılarında ve röportajlarında kendisi de dile getiriyor; ancak öldükten sonra da bir yazar olarak değerinin bilindiği pek söylenemez. Türk halkı ile ilgili yaptığı meşhur tespiti (Türk halkının %60'ı aptaldır.) herkesin dilinde; ona katılan kişi sayısı da azımsanmayacak ölçüde fazla. Gülünç olanıysa, bu tespitin haklı olduğunu düşünen; ancak kendini o tespitteki küçük yüzde içerisinde değerlendiren kişilerin ciddi bir kısmının kütüphanesinde bir tane olsun Aziz Nesin kitabı yok, kiminin kütüphanesi dahi yok!
Daha önceki yazılarımda da belirttiğim gibi ben, bir yazarın yetkinliğini gerçeği bükebilme yetisiyle ölçüyorum. Bununla ne anlatmak istediğime blogdaki bazı yazılarımda da değindim. Aziz Nesin, bu hem gerçekliği bükmüş ve dilimize "Tam Aziz Nesinlik olay!" tabirini katmış; hem de bunu tümüyle kendine has bir dil anlayışıyla yapmış büyük bir yazar. Ben, onun yazarlığını konu edindiğim bu yazıda öncelikle bu dil anlayışı üzerinde durmak istiyorum.
Nesin, kendini birkaç cümle içinde belli eden, duru ve özcü bir Türkçe ile yazar. Bu özcülük, Ataç'ınki kadar sert değildir; ancak Nesin, olabildiğince Türkçe'nin kendi sınırları içinde kalmaya gayret eder. Metinlerindeki Öztürkçeci anlayış, insanı rahatsız edecek; hatta anlaşılmazlığa varacak denli yoğun değildir; ancak Nesin, dil tartışmasında safını hemen belli eder. Diğer yandan, anlaşılma kaygısı güden ve anlaşılmanın okurun değil, yazarın problemi olduğuna inanan tavrıyla olabildiğince sade yazar. Sade ve öztürkçeci bir anlayışla yazılmış bu metinlerler hâlâ keyifle okunabiliyor. Daha önce hiç Ataç okumamış bir okur, özellikle hayatının son dönemlerinde yazdığı yazıları, söz gelimi Günce'sinin ikinci cildini okumaya kalkarsa ilk başta afallayacak ve bazı sözcüklerin (söz gelimi betik ve yır) anlamını kavrayamayacaktır; oysa değil bir Aziz Nesin kitabı, o güne değin hiçbir kitap okumamış biri için bile Nesin'in Türkçesi gürül gürül çağlamaktadır. Bu anlamda, bugün yerden yere vurulan Öztürkçecilik, öztürkçe kullanma, kelimeleri öztürkçe'den türetme vb... konular bence Nesin'in metinleri üzerinden tekrar tartışılmalıdır. (Kendi adıma bütünüyle Nesin'den ve Öztürkçecilik'ten yana olduğumu söyleyemem; ancak Nesin'in tavrı, usta bir yazarın elinden çıkmış bir Öztürkçe metnin yaşayan bir metin olabileceğini göstermektedir.)
Diğer yandan Nesin, Marquez yazısında alıntıladığım şu sözü haklı çıkartacak denli gerçeği bükebilmiş bir yazardır: Doğa sanatı, sanatın doğayı taklit ettiğinden daha fazla taklit eder. Nesin'in en bilinen eserlerinden Yaşar Ne Yaşar Ne Yaşamaz bütünüyle aziznesinlik olaylarla doludur. Burada şöyle bir soru takılabilir akla: Bu ülkede neredeyse her gün yaşanan bir yığın olayı yazın dünyasına taşımak, gerçekliği bükmek değil, bizzat gerçekliği anlatmaktır. Benim düşünceme göre, her edebî eser, öyle ya da böyle, gerçeklikten bir fotoğraf sunar; bilhassa romanlar. Sürrealist anlatımı tercih etmiş bir eserin bile ayakları bir şekilde gerçekliğe dokunur. Beri yandan hiçbir sanat eseri, gerçekliği asla bütünüyle yansıtamaz. Çektiği fotoğrafın kadrajına alabileceği şeyler sınırlıdır. Burada sanatçının tercihi devreye girer ve gerçeğin bazı öğeleri, kasıtlı olarak dışarıda bırakılır. Sanatçı, çektiği bu fotoğrafın özgerçekliğine inandırabildiği ölçüde başarılı olmuş demektir.
Bugün aziznesinlik olarak adlandırdığımız olaylar aslında bize şunu gösterir: Aziz Nesin, çektiği fotoğrafların özgerçekliğine bizi o kadar inandırmıştır ki, biz yaşananları onun fotoğraflarına benzetmeye başlarız. Yaşar Ne Yaşar Ne Yaşamaz'da bürokrasiye, dolayısıyla Türk insanına yöneltilen eleştiri içimize işler; gerçek hayattaki olayları, Aziz Nesin'in bu gerçekliği içinde anlamlandırmaya başlarız. Bir yazarı, bilhassa bir öykücüyü/romancıyı da büyük yapan şey en temel haliyle budur. Hayatında tek bir Aziz Nesin kitabı okumamış insanların "Aziz Nesin çok haklıydı o sözünde!" demesi ve kendisini %40'lık kesimde değerlendirmesi de tam aziznesinlik bir olaydır.
Dergi vesilesiyle hanidir beklettiğim bu yazıyı da yazmış oldum. Yine dergi sağolsun, ne zamandır Aziz Nesin okumamıştım; Okuma Güncesi ile bu uzun araya bir son verdim ve Nesin'in ne denli kaleminden kan damlayan bir okur olduğunu da görmüş oldum; ne var ki bu, başka bir yazının konusu.
Bu yazıyı, Aziz Nesin'in bir videosu ile bitirmek istiyorum. Onun o meşhur tespitindeki küçük grubun üyesi olduğunu söyleyip tek bir Nesin kitabı okumamış kişileri ve tüm ne oldum delisi insanları yerden yere vurduğu bu kısa video Türkiye'nin ciddi bir kısmının aslında nasıl bir vurdumduymazlık ve kibir içinde olduğunu çok güzel özetliyor.
Bir önceki yazımda "(bazı) yazarlarda siyasi duruş o denli ön plana çıkar ki kimi kez yazarlıklarına haksızlık edilir" demiş ve Aziz Nesin'in, bu yazarlara örnek olarak verilebilecek bir yazar olduğunu söylemiştim. Bu yazımda, bu söylediğimin altını biraz olsun doldurmak gayesindeyim.
Aziz Nesin'den bahsedildiğinde çoğu kez duyduğumuz cümleler şunlardır: "Gördüğüm tüm çalışkan insanlardan daha çalışkandı.", "Eşsiz bir cesarete sahipti.", "Türkiye'deki aydınlar o öldüğünde 'Şimdi ne yapacağız?' diye düşündüler; artık düşünülmesi gereken her şeyi düşünen ve derhal faaliyete geçen bir Aziz Nesin yoktu!", "Canı pahasına düşünce özgürlüğünü savundu.", "Nesin Vakfı'nı kurarak, bir grup çocuğun kendi çektiği acıları çekmesinin önüne geçti."... Ne var ki bu cümlelerin hiçbiri, Aziz Nesin'in yazarlığına dair bir yargı içermez; hatta bu cümlelerde yazar olduğuna dair bir ipucu dahi yoktur. Hayatını bütünüyle yazı üzerine kurmuş biri için büyük bir üzüntü olsa gerek.
Aziz Nesin, bir yazar olarak, yaşadığı dönemde hep görmezden gelinmiş. Bunu yazılarında ve röportajlarında kendisi de dile getiriyor; ancak öldükten sonra da bir yazar olarak değerinin bilindiği pek söylenemez. Türk halkı ile ilgili yaptığı meşhur tespiti (Türk halkının %60'ı aptaldır.) herkesin dilinde; ona katılan kişi sayısı da azımsanmayacak ölçüde fazla. Gülünç olanıysa, bu tespitin haklı olduğunu düşünen; ancak kendini o tespitteki küçük yüzde içerisinde değerlendiren kişilerin ciddi bir kısmının kütüphanesinde bir tane olsun Aziz Nesin kitabı yok, kiminin kütüphanesi dahi yok!
Daha önceki yazılarımda da belirttiğim gibi ben, bir yazarın yetkinliğini gerçeği bükebilme yetisiyle ölçüyorum. Bununla ne anlatmak istediğime blogdaki bazı yazılarımda da değindim. Aziz Nesin, bu hem gerçekliği bükmüş ve dilimize "Tam Aziz Nesinlik olay!" tabirini katmış; hem de bunu tümüyle kendine has bir dil anlayışıyla yapmış büyük bir yazar. Ben, onun yazarlığını konu edindiğim bu yazıda öncelikle bu dil anlayışı üzerinde durmak istiyorum.
Nesin, kendini birkaç cümle içinde belli eden, duru ve özcü bir Türkçe ile yazar. Bu özcülük, Ataç'ınki kadar sert değildir; ancak Nesin, olabildiğince Türkçe'nin kendi sınırları içinde kalmaya gayret eder. Metinlerindeki Öztürkçeci anlayış, insanı rahatsız edecek; hatta anlaşılmazlığa varacak denli yoğun değildir; ancak Nesin, dil tartışmasında safını hemen belli eder. Diğer yandan, anlaşılma kaygısı güden ve anlaşılmanın okurun değil, yazarın problemi olduğuna inanan tavrıyla olabildiğince sade yazar. Sade ve öztürkçeci bir anlayışla yazılmış bu metinlerler hâlâ keyifle okunabiliyor. Daha önce hiç Ataç okumamış bir okur, özellikle hayatının son dönemlerinde yazdığı yazıları, söz gelimi Günce'sinin ikinci cildini okumaya kalkarsa ilk başta afallayacak ve bazı sözcüklerin (söz gelimi betik ve yır) anlamını kavrayamayacaktır; oysa değil bir Aziz Nesin kitabı, o güne değin hiçbir kitap okumamış biri için bile Nesin'in Türkçesi gürül gürül çağlamaktadır. Bu anlamda, bugün yerden yere vurulan Öztürkçecilik, öztürkçe kullanma, kelimeleri öztürkçe'den türetme vb... konular bence Nesin'in metinleri üzerinden tekrar tartışılmalıdır. (Kendi adıma bütünüyle Nesin'den ve Öztürkçecilik'ten yana olduğumu söyleyemem; ancak Nesin'in tavrı, usta bir yazarın elinden çıkmış bir Öztürkçe metnin yaşayan bir metin olabileceğini göstermektedir.)
Diğer yandan Nesin, Marquez yazısında alıntıladığım şu sözü haklı çıkartacak denli gerçeği bükebilmiş bir yazardır: Doğa sanatı, sanatın doğayı taklit ettiğinden daha fazla taklit eder. Nesin'in en bilinen eserlerinden Yaşar Ne Yaşar Ne Yaşamaz bütünüyle aziznesinlik olaylarla doludur. Burada şöyle bir soru takılabilir akla: Bu ülkede neredeyse her gün yaşanan bir yığın olayı yazın dünyasına taşımak, gerçekliği bükmek değil, bizzat gerçekliği anlatmaktır. Benim düşünceme göre, her edebî eser, öyle ya da böyle, gerçeklikten bir fotoğraf sunar; bilhassa romanlar. Sürrealist anlatımı tercih etmiş bir eserin bile ayakları bir şekilde gerçekliğe dokunur. Beri yandan hiçbir sanat eseri, gerçekliği asla bütünüyle yansıtamaz. Çektiği fotoğrafın kadrajına alabileceği şeyler sınırlıdır. Burada sanatçının tercihi devreye girer ve gerçeğin bazı öğeleri, kasıtlı olarak dışarıda bırakılır. Sanatçı, çektiği bu fotoğrafın özgerçekliğine inandırabildiği ölçüde başarılı olmuş demektir.
Bugün aziznesinlik olarak adlandırdığımız olaylar aslında bize şunu gösterir: Aziz Nesin, çektiği fotoğrafların özgerçekliğine bizi o kadar inandırmıştır ki, biz yaşananları onun fotoğraflarına benzetmeye başlarız. Yaşar Ne Yaşar Ne Yaşamaz'da bürokrasiye, dolayısıyla Türk insanına yöneltilen eleştiri içimize işler; gerçek hayattaki olayları, Aziz Nesin'in bu gerçekliği içinde anlamlandırmaya başlarız. Bir yazarı, bilhassa bir öykücüyü/romancıyı da büyük yapan şey en temel haliyle budur. Hayatında tek bir Aziz Nesin kitabı okumamış insanların "Aziz Nesin çok haklıydı o sözünde!" demesi ve kendisini %40'lık kesimde değerlendirmesi de tam aziznesinlik bir olaydır.
Dergi vesilesiyle hanidir beklettiğim bu yazıyı da yazmış oldum. Yine dergi sağolsun, ne zamandır Aziz Nesin okumamıştım; Okuma Güncesi ile bu uzun araya bir son verdim ve Nesin'in ne denli kaleminden kan damlayan bir okur olduğunu da görmüş oldum; ne var ki bu, başka bir yazının konusu.
Bu yazıyı, Aziz Nesin'in bir videosu ile bitirmek istiyorum. Onun o meşhur tespitindeki küçük grubun üyesi olduğunu söyleyip tek bir Nesin kitabı okumamış kişileri ve tüm ne oldum delisi insanları yerden yere vurduğu bu kısa video Türkiye'nin ciddi bir kısmının aslında nasıl bir vurdumduymazlık ve kibir içinde olduğunu çok güzel özetliyor.