22 Eylül 2011 Perşembe

Bir gün bir fotoğraf gördüm...

Bugüne kadar bu bloga beni etkileyen filmler, kitaplar ve albümler ile ilgili 17 yazı yazdım. Elimden geldiğince bu eserlerde ne bulduğumu, beni nelerin etkilediğini anlatmaya çalıştım. Bunu yaparken de bazen o filmden kareler ekledim yazıya, bazen o albümü yapan grubun bazen kitabın yazarının fotoğraflarını koydum; ancak bu yazıyla bu bütünlüğü bozuyorum! Bu yazı bir istisna teşkil edecek ve tek fotoğraflı ilk yazı olma ünvanını elde edecek.

Bu fotoğrafla ilk olarak Orhan Pamuk'un İstanbul: Hatıralar ve Şehir isimli otobiyografik kitabında karşılaştım. Orhan Pamuk'la ilgili olan bir önceki yazımda belirttiğim gibi erken gelen akşamüstlerinden, beyaz yakalı ilkokul öğrencilerinin sokaklara bir anda yayılan kalabalığından, kederli işsizlerle dolu küçük mahalle kahvehanelerinden uzun uzun dem vuran bu kitapla aramdaki ilk bağ, 45. sayfada yer alan (en azından kitabın YKY'den çıkan ilk baskısında öyleydi) bu Ara Güler fotoğrafı oldu. Kitabında Ara Güler arşivinden birçok fotoğrafa yer veren Orhan Pamuk (ki eski İstanbul'un unutulmamasını; o dönemdeki insanların yaşamlarını anlatan fotoğraları çeken kişinin Ara Güler olduğunu düşünürsek son derece yerinde bir karar.) yanlış hatırlamıyorsam tam bu fotoğrafın altında bahsediyordu erken gelen akşamüstlerinin yarattığı hüzünden. Hüzün! İşte parantez içerisinde belirtmediğim bir seçilme nedeni daha: Ara Güler'in fotoğraflarından, adeta fışkıran hüzün duygusu, Orhan Pamuk'un bütün kitap boyunca çeşitli imgelerle anlatmaya çalıştığı hüzünle birebir örtüşüyor, onu tamamlıyor ve kitabın -dolayısıyla şehrin- tamamına yayılan hüznün görsel bir hale gelmesini sağlıyor. Orhan Pamuk'un uzun uzun bahsettiği o duyguyu özetleyiveriyor o fotoğraflar. Kitapta, bu yazıya konu olan fotoğraf gibi birçok -tanıdık, tanımadık- Ara Güler fotoğrafı yer alıyor; ancak bu fotoğrafın yeri benim için biraz ayrı.

Büyük olasılıkla erken gelen bir akşamüstü (ya da akşam) iş çıkışı çekilmiş olan bu fotoğrafta ben, küçükken kış aylarında hissettiğim ancak o zamanlar tanımlayamadığım hüznü buluyorum. Arabaların farlarından çıkan ışık, sadece erken gelen bir akşamüstünün hüznünü değil aynı zamanda iş çıkışının yorgunluğunu da anlatıyor bana. Kitapta anlatılan hüzünden farklı bir hüzün de görüyorum ben bu fotoğrafta: Yeni başlayan akşamın yarattığı mutluluk da var bu fotoğrafta; ama o mutluluk da hüzünden besleniyor aslında. Erken gelen akşamüstünün yarattığı hüznün mutluluğu arabaların farlarından fışkırıyor adeta!

Yine de tüm bunlar, bu fotoğrafın benim için kitaptaki diğer fotoğraflardan daha önemli olmasını açıklamaya yetmiyor. Arabaların farlarından çıkan o ışıkla ilk karşılaştığımda hissettiğim hüznün esas nedeni, erken gelen akşamüstünün kararttığı caddeyi aydınlatan farlardan çıkan sarı ışığın sanki bütün zaman-mekan tünellerinden geçerek Amerika'da olan Sinem'i yanıma getirmesiydi. Geçen yıl bu zamanlarda kitabı okurken bu fotoğrafla ilk karşılaştığımda, Sinem'le bir önceki kış haftada en az 2-3 kez kahve eşliğinde yaptığımız sohbetler aklıma geldi ve içimdeki hüzün bu tek kareyle elle tutulur hale geldi: Erken gelen kış akşamlarında yaptığımız sohbetler, o sohbetleri yaptığımız kafe, o kafeye giderken -genellikle iş çıkışı buluştuğumuz için- sahil yolunu dolduran ve sarı-beyaz ışıklarıyla yolları ışıl ışıl aydınlatan; hüznü olduğu kadar garip bir mutluluğu da taşıyan arabalar şimşek hızıyla aklımdan geçti, o zamanlar -şimdi de- Amerika'da olan dostumu ne denli özlediğimi bir anda fark ettim. Fotoğrafın sahibi Ara Güler'in de dediği gibi, bu imgeler, fotoğrafın bizlere çağrıştırdıkları, bize hissettirdikleri nedeniyle tekrar tekrar bu fotoğrafa bakmak ve o duyguları yaşamak istiyorum.

Tüm bunları, Sinem'e yazdığım bir mektupta anlatmıştım aslında; ancak bugün Ara Güler'in Banu Güven'le yaptığı bir röportajı izlerken bu fotoğrafı tekrar görünce gülümsedim, geçen yıl bana hissettirdiklerini hatırladım ve onunla ilgili bir istisnai yazı yazmak istedim. Kafamda yarattığı tüm bu imgeler ve hissettirdiği o hüzün nedeniyle (ki bu artık Orhan Pamuk'un kitapta uzun uzun anlattığı hüzünle aynı duygu değil) bu fotoğrafın yeri benim gönlümde çok ayrı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder