Ersin Karabulut'un çizimiyle Yaşar Kemal |
Yaşar Kemal'in
hastaneye kaldırıldığı haberini aldığımda "Galiba bir devrin
sonuna yaklaşıyoruz." demiştim; ne yazık ki zaman beni haksız
çıkarmadı. Dünden beri herkes şu cümleyi dillendirip duruyor: "O güzel insanlar o güzel
atlara binip gittiler. Demirin tuncuna, insanın piçine kaldık." Modern
destancımız, büyük romancımız Yaşar
Kemal, ardında pırıl pırıl parlayan ve sonsuza kadar parlamaya devam edecek
olan bir külliyat bırakarak 92 yaşında vefat etti. Ali Nesin'in, Facebook'tan
paylaştığı iletisinde "Yirminci
yüzyıl(daki) en büyük romancımız" olarak
tanımladığı Yaşar Kemal artık yok.
Nicedir bu bloga
bir şeyler yazmamıştım. Bir yandan Vedat Türkali üzerine bir yazı
hazırlıyordum, bir yandan da 100. doğum günü yaklaşan Haldun Taner'e ait bir
yazı üzerine kafa patlatmaktaydım; ancak Anadolu'dan çıkmış en büyük
romancılardan birinin (belki de birincisinin) ölümü, objektifimi bambaşka bir
yere çevirmeme neden oldu.
Yaşar Kemal'le
yirmili yaşlarımın başlarında, İnce
Memed'i dört kere okuyacak kadar Yaşar Kemal sevdalısı olan sevgili dostum
Sinem'in yoğun ısrarıyla tanıştım. Elbette ismen biliyordum; ancak köy romanı/romancılığı hiç ilgimi çekmediği için o güne
dek okumamıştım. "Bu
topraklarda doğan ve anadili Türkçe olan biri olarak Yaşar Kemal okumamış olmak
ayıptır!" diyordu Sinem,
haklı olarak; bu ayıbımdan beni kurtarmak için bana ilk Yaşar Kemal'imi hediye
eden de o oldu: Binboğalar
Efsanesi, onun romancılığı
ile ilk randevum oldu. Daha sonra pek çok kitabını okudum: İnce Memed (1), Kimsecik (1-2-3),
Yaşar Kemal Kendini Anlatıyor-Alain Bosquet ile görüşmeler, Üç Anadolu
Efsanesi, Filler Sultanı ve Topal Karınca. Kütüphanemde
okunmayı bekleyen Dağın Öte
Yüzü Üçlemesi ve Bir Ada Hikâyesi Dörtlemesi de cabası...
Binboğalar
Efsanesi ile birlikte, Sinem'in ne denli haklı
olduğunu anladım: Yaşar Kemal, ucuz
bir köy romancısı değildi. O,
modern romanı iliklerine kadar sindirmiş Anadolulu bir romancıydı ve, yazımın
başında da belirttiğim üzere, modern
bir destancıydı. O, modern roman tekniklerini kullanarak destanlar
yazıyor ve merâmını bu yolla dile getiriyordu.
Canım Oğlum
Canım Babacığım (Ali Nesin- Aziz Nesin Mektuplaşmaları)nın ilk cildinde, Aziz Nesin bir
mektubunda şöyle der: "Sartre'ın
bir sözü çok tartışılmıştı. Sartre, gerikalmış ülke yazarları için şöyle
diyordu aşağı yukarı: 'Ülkenin insanları yalınayaksa, yazarın görevi yazı
yazmak değil, ayakkabı yapmaktır." (sy:
422, Adam Yayınları) Yaşar Kemal, benzer bir düşünceden hareket ederek yoksulluğa çevirmişti gözlerini. Ezilen,
hayatın bir şans tanımadığı; yoksulluğu bir kader gibi tevekkülle kabul eden
insanların hikâyesini anlatıyor ve okuruna mesaj veriyordu: Yoksulluk
bütün insanlığın utancıdır. Yoksulluğun kutsanacak bir yanı olmadığını
gösteriyordu romanlarında ve okurlarını da bu kavgasına ortak etmeye
çalışıyordu. Sağlık sorunları nedeniyle katılamadığı, Bilgi Üniversitesi
tarafından verilen fahri doktora ünvanı münasebetiyle düzenlenen törene
gönderdiği mesajda da aynı şeyi söylüyordu: Benim
kitaplarımı okuyanlar yoksullarla birlik olsunlar, yoksulluk bütün insanlığın
utancıdır. “Benim kitaplarımı okuyanlar, cümle kötülüklerden arınsınlar.”
Yine
de bu cümle, bir romancıya büyük
diyebilmek için yeterli değildir. Daha önce başka bir yazımda da dediğim gibi,
bazı yazarlar insanî açıdan o kadar doğru bir yerde durmaktadırlar ki
söyledikleri mi büyük yapar onları yoksa söyleyiş şekilleri mi, karar vermekte
zorlanırsınız. O halde Yaşar Kemal’i büyük
yapan nedir?
Her
şeyden önce kendine has Türkçesi. Bir Yaşar Kemal metni, daha ilk paragraftan
kendini belli edecek kadar kendine has bir dille yazılmıştır. Onu çeviriden
değil de kendi dilinden okuyabildiğimiz için gerçekten şanslıyız. Ölümüyle
birlikte herkesin paylaştığı o meşhur cümleyi düşünün: “Demirin tuncuna, insanın piçine kaldık.” Böylesine sade; ama kendi
içinde melodisi olan; handiyse şiire yaklaşan bir cümlenin başka bir dile
çevrilmesi mümkün mü? Anlamı çevrilebilse dahi bu müzikalitenin çevrilmesi
mümkün mü? İmkânsız değil belki; ama zor, çok zor.
Onu büyük yapan bir diğer etmense yazının
başından beri vurgusunu yaptığım modern destancılığıdır. Toplum Gönüllüleri Vakfı tarafından
Ocak 2013’te yayımlanan Yüz Yüze 100 Yüz kitabında
Didem Aydemir’e verdiği röportajda şöyle diyor yazar: Hep Karacaoğlan gibi bir âşık olmak istedim. On beş ya da on altı
yaşlarımda folklor derlemelerine başladım. O zaman da bir bilim adamı olmayı,
doğu dünyasının folklarını, etnografyasını araştırmayı isterdim. Yaşamım
boyunca bir tek değişmeyen düşüm oldu: Biraz daha, biraz daha güzel yazabilmek.”
Anadolu’nun âşık geleneğine bağlanmak ister Yaşar Kemal. Romanlarında da bunu
görürüz. Berna Moran’ın Türk Romanına
Eleştirel Bir Bakış isimli üç ciltlik eserinin ikinci cildinde ele aldığı İnce Memed analizi, yazarın neden bir
modern destancı olarak değerlendirilmesi gerektiği sorusunu yanıtlar: İnce Memed, birçok Anadolu
efsanesinde olduğu gibi dört kısımdan oluşur: Zulüm gören bir halkın resmedilmesi ve onları o zulümden kurtaracak kahramanın doğması, kahramanın müstebitle mücadele etmesi ve ardından darbe yiyerek köyden kovulması, kahramanın bütün köprüleri atarak intikama odaklanması ve günü gelince köyüne dönerek intikamını alması; devamını bilmediğimiz bir yolculuğa doğru gitmesi. (Birebir alıntı değildir. Moran'ın analizi yanımda olmadığı için aklımda kaldığı kadarıyla yazıyorum. Dileyenler İletişim Yayınları'ndan çıkan kitaba göz atabilirler. Moran, daha sonra 4 cilde çıkan İnce Memed serisinin bütününü değil, yalnızca ilk cildinin analizini yapmaktadır.)
Yaşar Kemal, roman tekniğiyle destan okuyan âşık gibidir. Çocukluğu boyunca hayalini kurduğu düşü bir anlamda gerçekleştirmiştir: Pek çok destanı kendi diliyle yeniden yazarak ölümsüz hale getirmiş, bizzat kendi hayat hikâyesini de Kimsecik serisi ile destanlaştırmıştır. Onun kitaplarında olaylar alabildiğine büyük cereyan eder. Kahvesini höpürdeterek içmek dahi yedi cihandan duyulur, çift su verilmiş çelikten kılıçlar insanların gözlerini kamaştırır, bir dedikodu başlamayagörsün; sayfalar boyu dilden dile büyüye büyüye yayılır. Modern dünyanın sorunları, sıkıntıları, yoksulluğu, acımasızlığı eski Anadolu efsanelerindeki görkemle anlatılmaktadır.
Yaşar Kemal, bizi bu destansı gerçekliğine sonuna kadar inandırmasıyla ve yanına çekmesiyle de büyük romancı ünvanını hak eder. Onun dünyasına; köye, destanlara, âşıklığa, yedi cihanı inleten kahve höpürdetmelerine, insanın iştahını kabaratan tarhana çorbasına, çift su verilmiş kılıçlara ne denli uzak olursak olalım en temelde, derinde ne demek istediğini anlarız: Yoksulluk, zorbalığa biat etmek bir kader değil. Tevekkülle boyun eğmekten vazgeçin! Hepimizin ayıbıysa bu yoksulluk, gelin el ele yok edelim onu. Sadece durduğu yer değil, durduğu yerden anlattıkları ve anlatış şekli ile büyük bir yazar olur Yaşar Kemal.
Küçücük bir blog yazısıyla Kemal'in yazarlığına bütünüyle nüfuz edebilmek imkansız. Derdim bu büyük yazarın neden büyük olduğunu kendimce dile getirmek, onu kendi dilinden okuyor olmanın mutluluğunu paylaşabilmek ve ölümünün ardından teşekkür mahiyetinde küçücük bir not bırakabilmek.
Işıklar içinde uyuması dileğiyle...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder