Jim Jarmusch izlemeye devam. Paterson'dan hemen sonra Coffees And Cigarettes'ı izlemiştim aslında; ancak bende herhangi bir iz bırakmadığı için hakkında bir şeyler yazmak gelmedi içimden. Bugün Only Lovers Left Alive'ı izledim. Bu film, aslında ilk izlediğim Jarmusch filmi olabilirdi. 2013'te, İstanbul'a taşındığım seneki Filmekimi'nde gösterilen filmlerden biriydi diye hatırlıyorum. Vampir filmi, olarak damgaladığım için içimden izlemek gelmemişti doğrusu. Neden bilmiyorum, küçüklüğümden beri bilimkurgu ve fantastik türünde değerlendirilen filmlere ve kitaplara karşı bir önyargım oldu; doğrusu, bugün de devam ediyor.
Jarmusch yine keyifli zaman geçirtti bana: Yüzyıllardır yaşayan iki vampirin sade hikâyesi. En yalın tanımıyla, yüzyıllardır müzik yapan bir erkek vampir ile onun karısını izliyoruz kadrajda. Jarmusch'un evreninin farkı şu: O vampirler tam da şimdi, burada; gerçek mekanlarda yaşıyorlar. Beri yandan onların geçmişlerini dinledikçe Newton, Shakespeare, Chet Atkins, Galileo gibi bir sürü ünlü "zombiyi" de anıyoruz. Başka bir deyişle onun evreninde insanlar da artık birer zombi. Tuhaf ve komik bir gerçeklik kuruyor Jarmusch ve bu gerçeklik üzerinden sade bir hikâye anlatıyor. Benim asıl ilgimi çeken kısmı bu: İzlediğim üç filminde de Jarmusch "pek de bir şey anlatmıyor" aslında; ama yine de bir şekilde izlettiriyor derdini.
Nuri Bilge Ceylan bir röportajında şöyle diyordu: Kötü gözüken mekânlardan güzel görüntüler çıkartma fikri beni daha çok heyecanlandırır. Jarmusch'un filmlerinde sanırım bunu buldum ben biraz da: Hiçbir şey anlatmıyor gibi görünen; fakat akıp giden, tatlı filmler. Bu tarifi kolay; ama yapması oldukça zor bir tarif. Denilir ki, Osmanlı döneminde saraya aşçı seçileceği zaman soğanlı yumurtayı en iyi yapan alınırmış. Jarmusch, basit yemekleri ağızda bir tat bırakacak şekilde yapmayı başaran, biraz enteresan; fakat, Sezar'ın hakkı Sezar'a, usta bir aşçı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder