Otobüste
Aldığım şeye nefes demekte zorlanıyorum. Nefes dedikleri böyle bir şey değil ki! İki değirmentaşı tarafından sıkıştırılmışım, “Yardım edin!” dercesine sağ elimi yukarı kaldırmışım, ölmemek için oksijen demeye bin şahit isteyen gayrimeşru bir gazı ciğerlerime çekiyor, nasıl başarıyorsam o gazdan da karbondioksit üretip dışarı veriyorum. Şimdilik ölmeyecek kadar solunumumsu yapabiliyorum; ama kapalı bir ortamda olduğuma göre bu işleme sonsuza dek devam edemem; an gelir ortamda oksijen taklidi yapan o gaz da biter, o zaman ne yapacağım? Karbondioksit alıp karbondioksit veremem ya! Neyse, onu da oksijenimsi bitince düşünürüz artık, şimdilik şu solunumumsuyu yapmaya çalışalım.
Belediyenin halkın hizmetine sunduğu kibrit kutusu büyüklüğündeki diyet otobüslerden birindeyim yine. Okuldan eve ulaşmak için çile dolduruyorum. Yoğun karbondioksit ve oksijenimsi nedeniyle bilincimi yitirmeme ramak kaldığı için kendimi düşüncelerden düşüncelere gark etmeye zorluyorum. Öyle bir hal aldı ki bu kibrit kutusu boy diyet otobüsler yolculuk edenin durumu donarak ölmekte olan bir insanın durumuyla aynı. Kendini uyanık tutmaya çalışmazsan kasların, beynin yavaş yavaş çözünüyor.
“Arkalara ilerleyelim! Evet, haydi, arkalar bomboş!”
Şöför ikazlara başladı kibrit kutusu boy diyet otobüsün “Ne diye arkaya yürüyeceğim, ben her dem ileri yürümeyi kendine ilke edinmiş küçüklerini koruyan, büyüklerini sayan; yurdunu, milletini özünden çok seven bir zatım.” düşünceli olduğuna inandığı yolcularına. Arkası sonsuz bir boşluk otobüsün bütün şöförlere göre, ah şu ilerlemeyen yolcular! Bu uyarının bir boy üstü var ki ona daha eskiden, metro inşaatı başlamamış, İnönü Caddesindeki trafik insanı sinir hastası yapacak boyuta gelmemiş günlerde rastlanırdı. O zaman kibrit kutusu boy diyet otobüslerin yerine teneke peynir boy otobüsler vardı. Otobüsün boyu değişince şöförlerin ikazları da değişiyordu haliyle:
“Evet arkaya yürüyelim, bu otobüsün arkası da aynı yere gidiyor.”
Keşke teneke peynir boy bir otobüste olsaydım da nüktedan bir şöför yukarıdaki Selami Şahinvari espriyi dillendirseydi. Kibrit kutusu boy otobüsler cehennemin dünyadaki hali.
Şöförün
ikazına kadar “Ben buraya kazık çaktım arkadaş!” edasıyla bulundukları yeri
hasret denizi olarak gören ve yalnızlığa demir atan yolcular aniden arkaya
doğru hareketlendiler. Demek ki bu sefer şöför haklı. Şöför bir yolcular sıfır!
Dikiz aynasına kaçamak bir bakış atarak arkasının boşluğu hakkında bir kumar
oynuyor şöför her ikazında. Önce duraktaki yolculara, sonra da dizin aynasına
bakıp “Bu kadar değirmentaşı buraya sığar mı?” sorusunu anlık bir hızla
yanıtlamaya çalışıyor kafasında. Çoğu zaman “Evet.” olarak yanıtladığından olsa
gerek, tercihini “Arkalar bomboş, yüreğimde bir sızı.” şarkısını dillendirmekten yana kullanıyor. Bizim
şöförün arkası yarın mantaliteli biri olup olmadığını önümüzdeki duraklardaki
performansına bakarak anlayacağız. Bakalım şöförümüz gerçekçi bir şöför mü
yoksa arkada sonsuz bir boşluk var düşüncesine mi sahip.
Aldığım oksijenimsinin de azaldığını hissediyorum. İşte şimdi tasalanabilirim; çünkü cam kenarı yolcularından –ki onlar bu otobüsün burjuvası oluyor- biri kafasını koridordan yana çevirip camı açmazsa bayılacağım sanırım. Bırakın ulan şu arabaları ve diğer hareketli ve hareketsiz nesneyi Vgözlemeyi ey burjuvazinin otobüsteki temsilcisi cam kenarı yolcuları. Bırakın ve kafanızı bizden yana çevirip açın şu camı!
Kibrit
kutusu boy diyet otobüslerde cam kenarında oturmak ağzında gümüş kaşıkla doğmak
gibi bir şey. Otobüs hınca hınç dolmuş, ön taraf günden gelen “Ay bi yer verin evladım, bugün çok yedim!” teyzeleriyle
iğne atsan yere düşmez duruma gelmiş, içeride oksijenimsi kalmamış... Hiçbirini
umursamıyor cam kenarı burjuvazisi. “Bana dokunmayan yılan bin yaşasın!” diye
düşünüp kafa cama dayalı etrafı Vgözlüyor. Biraz şanslıysam o
burjuvalardan biri birazdan kim bilir hangi rengi almış olan suratıma bakacak ve
camı açıp otobüste bir hava rönesansı başlatacak. Yok mu içinizde ortaçağdan
fırlamış sanata ve sanatçıya dost bir burjuva?
Hah, işte otobüste biri isyan bayrağını çekti sonunda bu hava muhalefetine karşı. İşte bu adam halkın hava istencini haykırıyor dünyaya; oksijenimsiden bıkan ve oksijen isteyen halkın burjuvaya karşı başkaldırmasına sözcülük ediyor. Hava devrimini yasal yollardan gerçekleştirmek isteyen bir lider hatta bir guru, bir mor inek!
“Ay valla hiç açamam beyefendi. Sonra rüzgar kırıyor dalımı, hastalanıyorum. Gün gün gezemiyorum, mahalledeki dedikodulardan bihaber kalıyorum.”
diye yanıtladı onu Günsever Teyze. İşte bu kavga nedenidir. Bu “Oksijenimsi bulamıyorsanız oksijen soluyun.” demektir. Haydi bakalım otobüsün hava devrimcisi, gurusu, mor ineği, yap şu Fransız İhtilali’ni.
“Hanımefendi istirham ediyorum, soluyacak hava kalmadı otobüste.”
“Ay açamam dedim ya beyefendi, üşütürüm sonra.”
“Eeee, sıktın ama artık! Aç lan şu camı! Senin iğrenç ikinci sınıf parfümünü mü soluyalım hava yerine kokona!”
dese ne güzel olur diye düşündüm. İzmir’de ne gerek var İstanbul beyefendiliğine? İstanbul beyefendisi mor inek Devrimci Bey Amca’ysa “Hey Allah’ım sen bana sabır ihsan eyle.” demekle yetindi Hannibal Lecter tarafından kabalık yaptığı için kaba etinin yenmesi son derece caiz ve hatta farz Günsever Teyze’ye. Peki bu iş burada mı kalacak? Kalmasa iyi olur zira bu mor inek amcanın yaktığı fakat sadece yakmakla kaldığı hava devrimi meşalesini bir başka kişi devralmazsa hiç kaçarı yok, bayılacağım!
“Evet beyler, sağlı sollu ilerleyelim. Bakın arkalar bomboş!”
Bu defa faka bastın işte şöför bey! Arkalar bomboş falan değil, arkalarda oksijenimsi bille kendine yer bulmakta zorlanıyor. Gazlara bile yer bulamazken vücudu esneklikten son derece uzak bu katı insanlara nereden yer bulalım? Ön taraftan bir kaç “gün dönüşü teyzesi” aşağı atacağına hala otobüsün arkası hakkında kumar oynuyorsun.
“Ne bomboşu, adım atacak yer kalmadı arkada!”
Bu “arkalar bomboş” tartışması bir aşık atışmasına dönüşecek böyle giderse. Arka tarafta gaz misali sıkıştırılmaya çalışılan halktan biri çekti isyan bayrağını işte, dalgaları başında hür!
“Aşık
şöför der ki arkalar bomboş
Duraktakiler
bana bağırıyor, size göre hava hoş
Bir
de şikayet ediyorlar durakta durmaz isem
Beni daha fazla sinirlendirmeden bir adım ilerle bre godoş!”
şeklinde bir yanıt bekledim şöförden arka taraftaki gaz halkları isyancısı adama karşı; ama şöför bunun yerine dikiz aynasına detaylı bakmayı tercih etti. Gaz halkın isyancısı adama hak vermiş olacak, şok bir kararla kapadı ön kapıyı.
Durakta durmak ve kapıyı açıp kapatmak az da olsa oksijen soktu içeri; ama bu kadar oksijen kime yeter? Acilen şu camlardan birini veya bir kaçını açmalıyız. Bu hava devrimini gerçekleştirmeli, orta çağı kapatıp yeni çağı başlatmalıyız artık. Ey burjuvazi gör halkın bitmeyen çilesini de aç şu camlardan birini! Pencere açılsın Bilal oğlan!
“Biraz ilerleyelim lütfen, bakın durakta onca insan var.”
İşte şimdi sağlam kavga çıkacak. Ön taraftan ne idüğü belirsiz biri söyledi bu lafı şöförden son derece bağımsız. Buna mutlaka arkadan sert bir yanıt gelecek. Otobüste hiçbir ünvana sahip olmayan biri bütün otobüsün karşı olduğu şöförün yanında yer alma cesaretini göstererek otobüsün en dibinde bulunan insanlara daha da dibe gitmelerini söyledi. Otobüste de böyle garip bir sınıf var, öne ne kadar yakın olursan o kadar şöförcü oluyorsun. Şöförün sorunlarına ortak oluyorsun.
“Ben de söylüyorum; ama anlamıyorlar işte. Beyler sağlı sollu yürüyelim lütfen! Bakın arkalar bomboş.”
Bir destekçisi olmayagörsün, hemen azıtıyor bu şöförler. İki dakika önce süklüm püklüm susan şöför kendisine bir yandaş bulunca böyle azıtıyor işte. Ah öndeki vatandaş, arkadakilerden hiç unutamayacağın bir azar yiyeceksin sanırım biraz sonra.
“Nereye yürüyelim be kardeşim, birbirimizin üstüne mi çıkalım? Zaten balık istifi gibi gidiyoruz, daha nereye gidelim?” Allah Allah ya...”
Hah, çok güzel oldu. Şimdi tam bir sınıf savaşına dönecek bu ağız dalaşı. Şöför ve yanındaki adam VS otobüsün arkası.
“Arkadaşım
durakta bir ton adam var.”
“Olabilir;
ama burada bir ton gidecek yer kalmadı işte.
“Tamam kardeşim tamam.”
Neyse, beklediğimden kısa sürdü. Durakların dipdibe olması içeriye oksijen girmesini sağlıyor; ancak bu oksijen otobüsün tüm ihtiyacını karşılayacak düzeyde değil. Zaten oksijen içeri girer girmez ter korkusu, ayak kokusu, kokonaların ağır parfüm kokusu, ağız kokusu, evden duş yapıp çıkanların saçlarının kokusu gibi kokularla birleşip oksijenimsiye dönüşüyor. Yok arkadaş, bugüne kadar çok nadir yaptığım bir şeyi yapıp pencereyi illegal yollardan açıp pencere yanı burjuvazisini alt edeceğim. Etmek zorundayım; yoksa gerçekten bayılacağım. Şöyle biraz uzansam, biraz şurdan...
“Aaaa, üstüme çıksaydın be oğlum!” diyor Günsever Teyze.
“Teyzecim camı açalım biraz, bayılacağım havasızlıktan.”
“Ay valla üşütürüm hiiiiiiiç açamam o camı, kusura bakma.”
“Eeeeee, sıktın artık teyze ha. Açılacak o cam, bayılalım mı burada be! Sen kıçı kırık bir gözü toprağa bakan arkadaşlarına yediğin pasta börekten keyfin gıcır bir halde oturuyorsun, biz ne edelim? Okuldan dönüyorum, kırk türlü hoca gelmiş, her biri ayrı ayrı beynimi sikmiş, yorgunluktan geberiyorum, benim oturmam gereken yere oturmakla kalmıyorsun bir de camı açmamak için direniyorsun. Aç şu camı be!”
gözlerim çakmak çakmak oldu tüm bunları söylerken. Son cümleyi söyledikten sonra durdum ve neler söylediğimi, şu son 10 saniyeyi kafamda tekrar canlandırdım. Ne yaptım ben? En yapmamam gereken şeydi bu; kalabalık bir otobüste kokona da olsa, günden dönüyor da olsa, her bir tarafı takıdan görünmüyor da olsa yaşlı bir kadına laf ettim! Daha da kötüsü kibrit kutusu boy diyet bir otobüste yaptım tüm bunları. Aman Allah’ım...
“Saygısız saygısız... Nenesi yaşında kadına dediklerine bak.”
“Gençsin sen be genç! İki dakika nefes almayıver nolcak?”
“Hiç işte, geleceğimizi emanet ettiğimiz şu gençlere bir bakın işte...”
“Sallandıracaksın şöyle iki taneyi Konak Meydanı’nda, bak bir daha yapıyorlar mı?”
“Okuldan dönmüş de bilmemneymiş... Şu kadının haline bir bak!”
“Ayıp ulan ayıp... Bu gençler için mi yapıldı Çanakkaler Savaşı, Kurtuluş Savaşı?..”
“Vallahi haklısınız beyefendi. Saygısız bunlar saygısız... Hiç saygı kalmadı şu gençlerde... Bizim zamanımızda böyle miydi? Teyzeler karar verirdi otobüsün rotasına bile.”
“Tabii efendim, otobüsün en yaşlısı nasıl isterse öyle giderdi otobüs. Yeni çıktı bu adetler.”
“Neymiş, halka hizmet! Bak, teyzebüsleri kaldırdılar bu gençlere yaranmak için şu geldiğimiz hale bak!”
“Siyasi amaçlar uğruna harcıyorlar işte.. Şu tipe bak şu tipe! Saygısız, terbiyesiz serseri... Oy uğruna kaldırdılar şu teyzebüsleri”
“Vardır zenginlerin de bir rantı elbet...”
“Vardır tabii canım vardır... O holding sahipleri nasıl oralara geliyor sanıyorunuz?”
“Tabii canım. Söz gelimi...”
“Çok şükür.” dedim içimden. Konu şu andan itibaren benden çıktı, varsın birilerinin nasıl zengin olduğu üzerine konuşsunlar. Ucuz atlattık. Bu olayı ucuz atlattık ya, ben hala oksijenimsinin eksikliğini çekiyorum. İçeride hiç oksijenimsi kalmadı neredeyse, nasıl oluyor da sadece ben rahatsız oluyorum? Bunlar oksijensiz solunum yapan çok büyük tek hücreli canlılar mı? “Ferman padişahımızındır.” deyip fermantasyon mu yapıyorlar? Bu kadar sıkış tepiş bir otobüste, üstelik hava yokken bilmemkimin nasıl zengin olduğunu üzerine konuşacak enerjiyi nereden buluyor bu güruh? Gözlerim bulanıklaşıyor. Sağ elimin yavaş yavaş çözüldüğünü hissediyorum.
Limon kolonyası kokusuyla kendime geldim. Başımda az önce Kurtuluş Savaşı’yla Çanakkale Savaşı’nın benim gibiler için yapılmadığını söyleyen amca var.
“İyi misin yavrum noldu? Ah canım, beti benzi atmış yavrucağın. Şu camları açın bakayım dibine kadar, biraz hava dolsun içerisi. İyi misin?”
“İyiyim amca sağolasın...”
Etrafıma bakıyorum, Günsever Teyze’nin yanına oturmuşum. Cam ardına kadar açık. Günsever Teyze hasta olma tehlikesini göz ardı edip camı açmış ha! Hem de benim gibi haylaz biri için... Gözlerim dolu dolu oluyor, Günsever Teyze’yle göz göze geliyoruz. İkimiz de hüngür şakırt ağlamaya başlıyoruz. Otobüsteki amcalarım, ablalarım, abilerim, teyzelerim ve şöför de duygulanıyor. Bütün otobüs büyük bir aile misali gözyaşlarına boğuluyourz fonda “Neşeli Günler” çalarken...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder