29 Nisan 2011 Cuma

Ben Buradayım...

Şu sıralar Yıldız Ecevit'in "Ben Buradayım..." isimli Oğuz Atay incelemesini okuyorum. Kitabın alt başlığı -yanda da görüldüğü gibi- "Oğuz Atay'ın biyografik ve kurmaca dünyası" olarak belirlenmiş. Ecevit, Atay'ın yakın çevresinden ulaşabildiği kişilerle yaptığı konuşmalardan ve Atay'ın romanlarından yola çıkarak bir biyografi ortaya koyuyor. Oğuz Atay'ın kitaplarındaki yoğun otobiyografik öğeler bu kitapta bir bir ortaya koyuluyor.

Benim Atay'la tanışıklığım çok eskilere dayanıyor. "Tutunamayanlar"ı ilk olarak annemden duymuştum. Annemin hayatında aldığı yegane korsan kitap oydu ve daha 70. sayfasında elinden atmıştı. "Adamın ahı tuttu, tövbeliyim korsana!" diye anlatıyordu. Kitabın kapağında sakallı bir adam uzaklara bakıyordu. O fotoğraf bana hem korkutucu ve biraz da hüzünlü gelmişti. Yapmak istediklerini yapamamış, kendini istediği gibi ortaya koyamamış, mutsuz bir adam gibi gelmişti bana Atay. Neden bilmiyorum; ama bir tarafımla da onu anladığımı; tanımamama, yazdığı bir satırı dahi okumamama rağmen Atay'ın çok yakınında olduğumu hissetmiştim. (Aynı hissi Montaigne'de de yaşamıştım.) Tanımadığım yakın arkadaşımdı sanki Oğuz Atay.

Atay'la tanıştığım resim.
"Tutunamayanlar"ı okuyanlar bilirler; oldukça kapalı bir metindir. Kendi adıma, kitabı okurken, yazar; bir buzlu camın arkasında olan olaylardan bahsediyormuş gibi hissetmiştim: Olaylar kopuktu, kişilerin sadece silüetleri belliydi. Camın arkasında bir şeyler oluyor, Oğuz Atay da okuyucunun yanında durmuş, oradan oraya atlayarak anlatıyordu camın arkasında olanları. O güne kadar okuduğum hiçbir kitaptaki anlatım tarzı yoktu "Tutunamayanlar"da, afallamıştım. Bazı yerler havada kalmıştı. Kitabı bitirdiğimde ne anladığımı ya da anlamadığımı bilmiyordum. "Tutunamayanlar", bütün büyük sanat eserlerinin yarattığı etkiyi yaratmıştı: Ağzımda bir tat kalmıştı; ama ben o tadı tanımlayamıyordum. Bu hissi veren bir kitap okuduğumda, film izlediğimde, albüm dinlediğimde, ömür boyu devam edecek bir dostluk yakaladığımı bilirim. O kitabı/filmi/albümü anlamaya çalışırken bir şeyler öğrenir, kendimi aşmaya çalışır ve çoğu kez yeni yazarlar/müzisyenler/yönetmenler tanırım. Atay'ın kitabı da bu kafa karışıklığını yaratmıştı bende.

Böyle kitapları bitirdiğimde, kitabın içimde yolculuğuna devam ettiğini hissederim: Kafam karışıktır, kitabı sindirememişimdir; ama içimde bir yerde o karakter yaşamaya devam etmektedir. 2008 yılında Kafka'dan "Dönüşüm"ü, 2006 yılında Beckett'ten "Godot'yu Beklerken"i okuduğumda birçok şeyin havada kaldığını; ama Vladimir'in, Estragon'un, Godot'nun, Greagor Samsa'nın kafamda bir yerlerde yaşadığını hissetmiştim. Bir şey anlamıştım; ama ne anladığımı ifade edemiyordum. Zaman içerisinde bu karakterler kafamda berraklaştı ve kurmaca dünyamın birer karakteri oldular.

"Tutunamayanlar"ın ilk basımı.
Yıldız Ecevit'in kitabı, bende aynı etkiyi yaratan ve Berna Moran'ın ifadesiyle "hem söyledikleri hem de söyleyiş biçimiyle bir başkaldırı" olan bu kitabı çözmeme epey yardımcı oldu. Havada kalan, tanımlayamadığım, anlamadığımı düşündüğüm birçok yer berraklaştı. Daha Atay'ı okumadan hissettiğim o yakınlığın kuvvetlendiğini hissettim. Sevmemesine rağmen mühendislikle uğraşmak zorunda kalması, "bu çocuk büyük adam olacak"taki büyük adamın manasını bir türlü çözememesi, çekingen yapısı, hayatla mücadele edemeyişi, yarattığı karakterler gibi tutunamaması; buna karşın tüm hayatı boyunca tutunacak bir dal araması... Hiç tanışmadığım, tanışamayacağım yakın bir arkadaşım gibiydi Oğuz Atay.

"Tutunamayanlar", yeni kapak.
İçimdeki yolculukları devam eden Selim Işık'ı ve Turgut Özben'i şimdi daha iyi anlıyorum; yolları daha berrak artık ve Hikmet Benol ile tanışmaya hazırım. Oğuz Atay'ı daha yakından tanımak isteyen, onun kurmaca dünyasında biraz daha bilinçli dolaşmak isteyen herkesin muhakkak okuması gereken bir kitap "Ben Buradayım..." Bir başka tutunamayanla "Tehlikeli Oyunlar" oynamak için sabırsızlanıyorum.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder