Caz müzikle ucundan kıyısından ilgilenip de "Kind of Blue"yu dinlememiş olan yoktur herhalde. Davis'in efsane üç albümünden biri, hiç kuşkusuz caz tarihinin en önemli albümüdür ve bence her efsane gibi çevresinde biraz balon bir kitle de oluşturmuştur. Anlamamasına, sindirmemesine rağmen çok kişi Kind of Blue ile ilgili bir şekilde konuşur. Ben de bir yazı yazmak istedim bu efsane üstüne; balon mu gerçek mi ona okuyanlar karar versin...
Miles Davis'le tanışmam, birçok kişinin aksine bir albümüyle değil, yazdığı meşhur "Otobiyografi"siyle olmuştu. 17 yaşında, uzata uzata, tadını çıkarta çıkarta okumuş ve "Önemli müzisyenler muhakkak otobiyografilerini yazmalılar." diye düşünmüştüm. O kitapta kafamın bir köşesinde yer eden isimlerin hepsine daha sonra geri döndüm ve anlamaya çalıştım. Bazısını sevdim, bazısını sevemedim; ama hepsi bir şekilde ufkumun gelişmesini sağladı. Davis'te en çok ilgimi çeken şey yeniliğe açık oluşuydu. O denli ki Tony Williams'la turneye çıkmıştı, Williams henüz 17 yaşındayken! "Kind of Blue"yu kaydettiği efsane beşliden müzikal anlamda alacağını alınca hemen yeni arayışlara girmiş ve ikinci efsane beşlisini kurmuştu. Lider bir müzisyendi ve sezgileri sayesinde iyi bir grubun nasıl olacağını gayet iyi biliyordu. Davis'in "Otobiyografi"si, bugün dahi sayfalarını karıştırmaktan keyif aldığım kitapların başında gelir.
Kind of Blue'yla da o kitap sayesinde tanışmıştım. Davis ballandıra ballandıra ne kadar güzel çaldıklarından, albümü çalarken neler düşündüğünden bahsediyordu. İlk olarak ne zaman dinledim hatırlamıyorum; ama kulaklıklarımı takıp yatağıma uzanırken Davis'in bu cümlelerinin aklımdan geçtiğine eminim. Albümün ilk birkaç parçasını dinlemiştim ve sonuç: Hiçbir şey anlamamıştım!!! Bu beni mutlu etmişti; çünkü -aşağıdaki yazıda da belirttiğim gibi- ömür boyu sürecek bir dostluğun başlangıcıydı bu anlamsızlık...
Bugün, Kind of Blue'daki gizemi biraz olsun anlayabiliyorum ve anladıkça da Miles Davis'in ne kadar iyi bir grup lideri olduğunu fark ediyorum. Solistlere çok fazla görev düşen -malum, modal müzik- bu albümün kadrosunu çok dengeli kurmuştu Davis ve tüm bu solistlerin yeteneklerini ortaya koyabilmeleri, cümlelerini rahatça kurabilmeleri için onlara saha açmıştı.
Benim düşünceme göre Kind of Blue'nun sırrı budur. Normalde bir caz parçasında solist arkadaki armoniyi takip eder ve hatta akor sesleri üzerinden bir yürüyüş yazıp işin kolayına kaçabilir; ancak Kind of Blue'daki parçaların çoğunda böyle bir şans yoktur! İş, bütünüyle solistin yaratıcılığına kalmıştır.
Kind of Blue- kayıt süreci |
Şöyle bir benzetmeyle durumu açıklamaya çalışayım: Modal olmayan bir caz parçası bir manzara resmi gibidir; solist, attığı soloyla bu manzara çeşitli figürler yerleştirir; ama manzaraya dikkat etmelidir: Evler nereye konulmuş, şelale nerede, ağaçların konumu nedir?.. Kind of Blue'daki parçaların genelini ise şöyle düşünmek gerekir: Ressam (besteci) tuvale sadece güneşin batışını çizmiştir! Bunun dışında her şeyi ikinci ressam (solist) çizecektir: Şelaleleri, evleri, ağaçları, insanları... Unutmaması gereken tek şey güneşin battığıdır. Işığın gelişini (parçanın tonu) buna göre çizmelidir.
Bu açıdan bakıldığında Kind of Blue'daki parçalar bir açıdan özgürlük bir açıdansa eziyettir! Dinlediğiniz iyi bir solistse bakmaya doyamayacağınız bir manzara çıkar ortaya; yok değilse!.. İşte o zaman birbirini tekrar eden figürler ve sıkıcı bir resim çıkar karşınıza.
Miles Davis, otobiyografisinde Kind of Blue'yu kaydetmeden önce uzun uzun beste çalışmalarıyla uğraşmadığını, sadece küçük notlar aldığını söylüyor. Davis öyle bir lider ki alınan bu küçük notları kimin büyük ve güzel bir öyküye dönüştüreceği çok iyi biliyor!
E o halde, So What?
Not: Marcus Miller'ın "The Ozell Tapes"teki "So What" yorumu, bunun üzerine iyi gider!.. =)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder