Tanıştığım günden beri korkulu rüyamdır matematik. Sayılarla aram oldum orası iyi değildir. Birçok matematik sınavından basit işlem hataları yüzünden, çalıştığımın karşılığını alamadan çıkmışımdır. Oturulacak dersin adı matematik ise ya da dersin içeriğinde yüksek miktarda matematik varsa (fizik, kimya, istatistik...) daha derse başlamadan bir sıkıntı dolar içime, o sıkıntı büyür ve derse oturmama bahaneleri üretmeye başlar: Derse başlamadan önce bir yemek yemeyeyim mi? Aç karna ders mi çalışılır? E yemek üstüne de bir kahve iyi gider hani! Kahve bittikten sonra günceye yazılacak satırlar vardır, beklesin mi onlar? Hem daha kitap okumamışımdır, günlük gitar egzersizlerimi yapmamışımdır, hangi derse başlıyorum? Tüm bunları yaptıktan sonra da bir sonraki öğünün saati gelmiştir, hay aksi, ders yine kaynar! Oturduktan sonrası ayrı hikaye: Buradan sormaz, çok zor; buradan sormaz, çok kolay; burayı ben biliyorum, bunu daha önce sordu, bunu bilmesem de olur... Tükenir çalışılmamış çalışılan sayfalar... Tüm bunları yaşamadan çalışmaya başladığım matematik sınavı sayısı, bunca yıllık öğrencilik hayatımda yok denecek kadar azdır.
Öyle bir paragrafla yaptım ki girişi, ortaokuldaki Türkçe derslerinden kalma "giriş, gelişme, sonuç" ilkesine bağlı olarak bu yazıyı okumaya başlayanlar matematiğe sövüp sayacağım bir gelişme ve "Bu böyle olmaz, kahrolsun matematik!" cümlesiyle biten bir sonuç bekliyordur herhalde. Oysa bu yazının konusu olan kitap bütünüyle matematik üzerine kurulu: Petros Amca ve Goldbach Sanısı. "Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu?" diye düşünen girişgelişmesonuççular çok da haksız değiller. Konuyu açmaya devam edelim de soru yanıtsız kalmasın!
Apostolos Doxiadis |
Apostolos Doxiadis'in kaleminden çıkan "Petros Amca ve Goldbach Sanısı" birinci planda, romanın baş karakteri olan Petros Papachristos'un matematiksel yaşantısını ortaya koyuyor. Roman, Petros'un yeğeninin ağzından yazılmış. Ailedeki bu içine kapanık ve kardeşleri tarafından dışlanmış amcayı merak eden yeğen, bir tesadüf eseri onun bir matematikçi olduğunu öğreniyor. Ona öykünerek matematikçi olmaya karar veriyor ve bu kararını Petros'a açıyor. Gelişen olaylar sonrasında kitap, Petros'un, matematik ve tutku dolu hayat hikayesini yeğenine anlattığı bir metne dönüşüyor: Zengin bir babanın üç çocuğundan en büyüğü olan Petros'un olağandışı matematik yeteneği genç yaşlarda herkes tarafından fark ediliyor. Baba, Petros'u ayrıcalıklı tutuyor ve onun mükemmel bir eğitim alması için elinden geleni yapıyor. Üstün yeteneğini mükemmel bir eğitimle destekleyen Petros matematik sarayında, Archimedes, Leonhard Euler, Carl Friedrich Gauss gibi efsane matematikçilerin arasında yer almayı kafasına koyuyor ve sayılar kuramında ustalaşmaya başlıyor. Kafaya taktığı problem ise, kolay görünüşüne rağmen 200 yıldır çözülemeyen, Goldbach tarafından ortaya atılmış bir sanı: 2'den büyük her çift sayı, iki asal sayının toplamı olarak ifade edilebilir.
"Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu?" diyen girişgelişmesonuççulara yanıtımı şu cümlede verdim aslında: Gelişen olaylar sonrasında kitap, Petros'un, matematik ve tutku dolu hayat hikayesini yeğenine anlattığı bir metne dönüşüyor Tutku! Bu yazıda "Petros Amca ve Goldbach Sanısı" kitabının görünen yanını, yani Petros Papachristos'un matematiksel yaşantısını değil, onun alt katmanı olan; ama kanımca ondan da önemli olan görünmeyen yanını anlatmak istiyorum: Tutku dolu bir adam olan Petros Papachristos'un yaşantısı!..
2001 yılındayken kitabı ilk okuduğumda -kitabı aralıklarla pek çok kez okumuşumdur- karşımda inandığı bir şey uğruna bütün bir yaşantısını hiçe sayan, tutku dolu bir karakter görmüştüm: Petros Papachristos. Öylesine tutkuluydu ki, daha lise yıllarında heykelini ünlü matematikçilerin heykellerinin hemen yanına diktirmeyi kafasına koymuştu. O, matematik sarayının koridorlarındaki sıradan heykellerden olmak istemiyordu: Altından bir vasatla vasat arasında hiçbir fark yoktu Petros için. O sarayın büyük salonlarından birinde olmalıydı onun heykeli. Bunun için daha önce hiç denenmemiş bir şey denemeli, yanına yaklaşılmaya korkulmuş bir problemi ele almalı ve ne yapıp ne edip onu çözmeliydi! Herkes tarafından rahatlıkta kavranacak basitlikteki yapısına rağmen yıllardır çözülememiş Goldbach Sanısı da bu iş için biçilmiş kaftandı.
Problemin seçimi, sadece bir başlangıçtır Petros için, asıl serüven bundan sonra başlar. Öyle ya, bilimde ikincilik yoktur. O halde bu çaba büyük bir gizlilik içerisinde yürütülmelidir. Petros buna öyle dikkat eder ki, Goldbach Sanısı'nı ispatlamak uğruna yaptığı çalışmalarda ulaştığı ara sonuçları dahi birisine ilham olma tehlikesine karşı yayımlamaz. Goldbach Sanısı'nı, sevdiği kadının değil başkasıyla sohbet etmesi, evden çıkmasına dayanamayan aşırı kıskanç bir sevgili gibi sever ve onu herkesten saklar. O denli büyük bir tutkudur ki Petros'unki gözü başka hiçbir şey görmez; daha sonra hayatını karartacak ve ömür boyu küskün gözlerle dolaşmasına neden olacak Gödel'in Eksiklik Kuramından dahi haberi olmaz. Başta küçümsediği Alan Turing, verdiği haberle Petros'un dünyasını yerle bir eder.
Kurt Gödel |
Petros Papachristos, tutkunun ete kemiğe bürünmüş halidir adeta. Delicesine aşık olduğu problemini çözmek için durmak bilmeyen bir çabayla yıllarca gece gündüz didinir; ancak her tutku gibi, içinde büyüyüp dışa çıkamayan, kendini başkalarına gösteremeyen bu tutku da bir yerden sonra Petros'un içini yakmaya, onu yok etmeye başlar. Kitabın sonlarına doğru Petros'un, hizmetçisine, çalıştığı fasülyelerden yemek yapılmasını emretmesi, tutkudan bitmiş bir insanı sade bir şekilde anlatır. Fasülyelerle birlikte Petros, yıllardır içinde beslediği umutları da çöpe atmış olur. (Benzer bir sahneyi Yaşar Kemal'in Binboğalar Destanı'nda görürüz. Demirci ustasının roman sonunda örsüne sarılmış bulunan ölü bedeni de yıllardır içinde beslediği umutları çöpe atmış bir kişinin betimlemesi değil midir?)
Bu kitapta beni ilgilendiren işte bu tutku dolu adamdır. Yine de, tüm tutku dolu adamlar gibi, Petros da yenilgiyi kabul etmez, yalnızca şanssız sayar kendini. Evet fasülyeleri afiyetle yer ve bir daha da hiçbir zaman gerçek matematikle ilgilenmez; ama hiçbir zaman da yenildiğini kabul etmez. Petros, aynı dibe vuruşu, hayal kırıklığını bir daha yaşamamak için tutkusunu bastırır, belki de bir türlü dışa çıkamayan ve artık Petros'un içini kavuran bu tutkuyu söndürmek için kendine bir yalan uydurur; ama tutku hapsedilebilecek bir duygu değildir. Nitekim romanın sonunda Petros'u ağzında bir gülümsemeyle ölü olarak görürüz. Kuramı kanıtlayıp kanıtlayamadığını da hiçbir zaman öğrenemeyiz.
Hala daha karıştırdığım olur bu kitabın sayfalarını. Hala Petros'un o tutkuyla dolu kişiliğini hayranlıkla okurum: Kıskançtır, bütün hücrelerinde o problem vardır, küskündür ve aslında, diplerde alabildiğine sinirlidir. Kendine söylediği yalanlar, etrafa beklentisiz bakan küskün gözler aslında bu öfkeyi gizlemek içindir.
Romanda pek çok matematikçinin de hayatına göz atarız: Kurt Gödel, G. H. Hardy, Srinivasa Aiyangar Ramanujan, Alan Turing bu matematikçilerden bazılarıdır. Yine de bu karakterlerin de rolü Petros'un kişiliğindeki bazı noktaları (kıskançlık, gözü dönmüşlük, dehanın sınırları vs...) açığa çıkartmak için konulmuş gibidir. Bilhassa Gödel'i boğazlı kazağıyla sobanın yanında otururken gördüğümüz sahnede, Petros'un sayılar kuramına o muhteşem katkıyı yapmış hali gözümüzde canlanır.
Bir yanıyla sevecen, suskun, kendi halinde, dışlanan; ama bunu yapanları suçlamayan, affedici bir amcadır Petros, diğer yandan kıskanç, hırslı, sinirli, hatta yer yer kibirli, tutkulu bir matematikçidir. Bu çok katmanlı kişiliğiyle, 2001 yılından beri bir düşsel dostumdur Petros.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder