1997 yılında vizyona giren Eşkıya, sadece, duraklama dönemindeki Türk sinemasını tekrar hareketlendirmesi nedeniyle değil, Erkan Oğur'u Türkiye'de geniş kitlelere tanıtması nedeniyle de önemli bir film bence.
Erkan Oğur benim için çok ama çok önemli bir müzisyen. Yandaki resim, bende gitar çalmak, müzikle uğraşmak isteğini uyandıran ilk imgedir. Neden bilmiyorum; ama Erkan Oğur'un bu fotoğraftaki gitar tutuşu ve el yapımı perdesiz gitarı, 11 yaşındaki beni çok etkilemişti (hala da etkilendiğimi söyleyebilirim). Bunda, filmin müziklerindeki mistik ve hatta biraz korkutucu havanın da etkisi olduğu aşikar elbette. Bilhassa, Erkan Oğur'un acıdan kaskatı kalmış, içi buz kesmiş biri gibi dümdüz bir sesle söylediği Fırat Ağıtı'nın, Cumali bara girdiğinde çalan ve yanlış hatırlamıyorsam bir Aşkın Arsunan bestesi olan Karanlığın İçinden'in, bu etkilenmenin zeminini hazırladığı bir gerçek.
Erkan Oğur, müzikte sadelik arayışının önemli temsilcilerinden biri. Olabildiğince sade bir müzik yapmak, saf müziğe ulaşmak istiyor. Yaptığı tüm albümlerde de bunu görüyoruz. Dürüst davranıyor dinleyiciye, onu boğmuyor. Gerekeni yapmaya çalışıyor ve susması gereken yerde de susuyor. Modal ve etnik bir müzik olan Türk halk müziğinin böyle sade icralarla insanları daha çok etkilediği de bir gerçek. Oğur'un, İsmail Hakkı Demircioğlu ile yaptığı Gülün Kokusu Vardı albümündeki sadeliği hatırlayalım: Sanki tüm albüm bir anda kaydedilmiş havası yok mu? Sanki İsmail Hakkı Demircioğlu almış divan sazını eline başlamış söylemeye; Erkan Oğur da sesi, perdesiz gitarı ve kopuzuyla eşlik ediyor ona. İşte müziğin en saf en sade hali... Elazığ'da büyüyen Erkan Oğur, Bir Ömürlük Misafir albümünde okulunun köy düğünleri, orasının havası, suyu olduğunu söylüyor. Böyle bir saflığa ulaşabilmek için, bu türküleri içinde duyabilmeli, onları sanki kendi yazmış gibi sindirebilmeli insan...
Doğu-Batı Kazası |
Oğur'u diğer müzisyenlerden ayıran en önemli farksa hem türküleri ve Türk musıkisini hem de cazı sindirebilmiş olması. Sentez müzik adı altında yapılan zırvalıklardan ("zırvalık" kelimesini özellikle vurgulamak isterim.) farklı bir şekilde cazı da türküyü de, Türk müziğini de sindirmiş ve artık tüm bunları bir bütün olarak gören; işine geldiği için değil içinde bütünleştirebildiği için müziği kategorize etme gereği duymayan gerçek bir müzisyenin bakış açısıyla karşılaşıyorum onun albümlerinde. Bahsettiğim zırvalıklarda zeytinyağı-su gibi birbirine karışmayan iki sıvı misali ayrı ayrı duran ve asla bir araya gelemezmiş gibi duran bu müzikler, Erkan Oğur'un usta parmaklarında karışıyor, birbiri içinde dağılıyor, eriyor. Bu içselleştirme o denli ileri ki Oğur'da, söküveriyor perdelerini gitarının ve perdesiz klasik gitarı hediye ediyor enstrümanlar alemine. Resimdeki gitar, Erkan Oğur'un kendi el yapımı gitarlarından biri, adı da -yanlış bilmiyorsam- Doğu-Batı Kazası. Aynı gitar üzerinde Batının tempare müziğiyle Doğunun makamlarını birleştiriyor Erkan Oğur. Fark, bunun yama bir birleştirme olmaması. Erkan Oğur kes yapıştır yapmıyor; homojen bir karışım yaratıyor ve bu bütüne müzik diyor. Daha fazla kategorize etmenin de anlamı yok zaten...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder