5 Mayıs 2011 Perşembe

Michael Haneke: Gerçekçilik ve Rahatsızlık

Bugünkü yazıda biraz haddimi aşacağım sanırım. Film kültürüm oldukça zayıf olmasına rağmen bir yönetmenden bahsetmek istiyorum: Michael Haneke. Elbette Haneke'nin tekniğinden bahsetmek niyetinde değilim. Bu, sinemayı sadece ortalama bir seyirci olarak takip eden değil, teknik anlamda da donanımlı, sinema tarihini ve sinemanın dönüm noktalarını bilen bir gözün yapabileceği bir iş. Ben Haneke'nin beni çok etkileyen iki filminden bahsetmek istiyorum bu yazıda: Funny Games ve Caché. Şimdiden söyleyeyim, farkında olmadan "spoiler" verebilirim.

Michael Haneke ile Burcu sayesinde tanıştım. İzlediğim ilk filmi "duygusal buzlaşma" üçlemesinin birinci basamağı olan Der Siebente Kontinent'ti. Gündelik yaşamın boğucu monotonluğunun bireyler üzerindeki etkisini bir Alman ailesi üzerinden anlatıyordu. Yaşadıkları yabancılaşma, eşyalara karşı duydukları nefret giderek artan bir rahatsız edicilikle anlatılıyordu. Yine de benim Haneke sevgimi başlatan asıl film Funny Games oldu.

Funny Games'ten bir sahne.
Özetle iki gencin bir burjuva ailesine uyguladıkları sebepsiz şiddeti konu edinen film hala aralıklarla izlediğim, sahnelerini gözden geçirdiğim ve üzerine düşündüğüm filmlerden biri. Haneke'nin rahatsız etme saplantısının en yoğun olarak hissedildiği film Funny Games dersek sanırım abartmış olmayız. İnsanların şiddete ne denli meyilli olduklarını, hatta meyilli olmanın da ötesinde şiddet uygulama isteğinin içgüdüsel olarak insanın içinde bulunduğunu; şiddet isteğinin yalnızca ucuz Amerikan filmlerindeki gibi sebep-sonuç ilişkileriyle ("Çocukluğunda ........ olduğu için seri katil olmuştu.") açıklanamayacağını, günümüzün duygusal yaşantısının ve insanın içgüdülerinin şiddetin sebepsiz yere ortaya çıkmasına çok uygun olduğunu, filmdeki gerilim dozunu bilinçli bir şekilde adım adım arttırarak izleyiciye anlatmaya çalışan bir yönetmen vardı karşımda, büyülenmiştim. Filmde, güvenli sanılan burjuva yaşantısının aslında insanı bir kafese kapattığını, kişinin kendini kendi elleriyle yokoluşa götürdüğünü de vurguluyordu Haneke. Ailenin güvenli evi, Haneke'nin kamerasında, gittikçe sıkışan duvarlara dönüşmüştü. Michael Haneke bir anlamda, George Orwell'ın edebiyatta yaptığını sinemada yapıyor ve filmin sonunda "Böyle olacağını sandın, değil mi?" diyerek izleyiciyi müthiş bir rahatsızlık duygusuyla baş başa bırakarak filmini noktalıyordu.

Funny Games beni öylesine etkiledi ki öykülerimden bir tanesinde bu rahatsız ediciliğin olması için çabaladım. Elbette Haneke kadar başarılı olamadım. Hatta, Erke'nin de dediği gibi, gerçekçilik zeminine oturmaması nedeniyle Haneke'nin bakışından oldukça farklı bir yere gittim. Bunun yanısıra benim karakterimin şiddete meylinin bir nedeni olduğu da söylenebilirdi. Yine de çıkış noktam aynıydı: Gündelik yaşamın boğuculuğu ve insanın içindeki şiddet duygusu. Funny Games, benim çıkış noktalarımdan biriydi.

Caché'deyse şiddetin yanısıra, belki de içimizdeki en rahatsız edici duyguyu anlatıyordu yönetmen: Vicdan azabı. Yine bir burjuva ailesinden bahsediyordu ve bu sefer ailenin biricik çocuğu nefret, kıskançlık, kabullenememe duygularının birleşimiyle ailenin evlatlığını evden attırıyordu. Belki de bambaşka bir çizgiye sahip olabilecek bir hayatı yerle bir etmenin yarattığı vicdan azabını, "Ama çocuktum!" bahanesinin arkasına sığınarak bastırmaya çalışıyordu. Haneke bir kez daha, farklı bir şekilde gündelik yaşamda bastırmaya çalıştığımız nefret, kin, kıskançlık, şiddet uygulama isteği gibi duyguların aslında ne kadar içgüdüsel olduğunu gösteriyordu. Haneke bu filmde, kimin gönderdiği belli olmayan kasetler çerçevesinde anlatıyordu derdini.

Caché'nin unutulmaz sahnesi
Haneke'nin amacı, filmi izleyenin o koltukta rahatsız dakikalar geçirmesi, konu üzerine düşünmesi ve koltuktan kalktıktan sonra da bu rahatsızlık hissinin devam etmesiydi. Filmini bütünüyle bunun üzerine kurguluyordu. Özellikle bu iki filmde uzun süre değişmeyen kamera açılarıyla seyirciyi hem rahatsız ediyor, hem de onun düşünmesine, olayı kendi içerisinde tartmasına olanak sağlıyordu. İyilerin eninde sonunda kazandığı ve böylece insanların evlerine huzur içerisinde döndükleri filmlerin üstüne bir çizgi çekiyordu. Bir benzetme yapacak olursak "Tom, Jerry'i bu kez alt ediyordu."

Haneke, rahatsız seyirler diler...
Haneke, ciddi bir kesimin izlemekten kaçındığı bir yönetmen. Özellikle, diğer filmlerine göre daha popüler olan (1997'de çekilen film, yine Haneke tarafından, hemen hemen tüm sahnelere sadık kalınarak 2008'da bir daha çekildi. Bu kez başrolde hemen herkesin tanıdığı iki oyuncu vardı: Tim Roth ve Naomi Watts.) Funny Games ile ilgili "Onun nesini seviyorsun?" sorusunu soran kişi sayısı hiç de az değil. Sanırım Haneke, insanları rahatsız etmekte gerçekten başarılı; öyleki bu rahatsızlık filmle ilgili konuşurken dahi oluşuyor. İyilerin kazanmadığı, bir rahatlama hissi vermeyen bu filmlerin adı bile birçok kişinin dudaklarının sinirle gerilmesine neden oluyor. Yine de izleyince kafanızda binlerce soru işaretinin oluşacağı, üzerine tekrar tekrar düşünmek isteyeceğiniz filmleri seviyorsanız Michael Haneke'nin filmografisi sizi bekliyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder