Aslında bu yazıyı yaklaşık 3 yıl kadar önce, Kerem Işık'ın Haldun Taner Öykü Ödülü'nü kazandığı kitabı Toplum Böceği çıktığı zaman yazmalıydım; ama, nedendir bilinmez, bir türlü bilgisayarın başına oturamadım; zaman ilerledi, öykü ödülü geldi; derken Kerem Bey yeni bir öykü dosyası üzerine çalışmaya başladı ve o yazı bir sızı olarak içimde kaldı. Bu nedenle bu yazı, bir anlamda, geç kalmış bir özürdür.
Kerem Işık'la Toplum Böceği isimli ikinci kitabında tanıştım. Edebi zevkine çok güvendiğim arkadaşım Hakan'ın tavsiyesiyle kitaba önce şöyle bir göz gezdirmiş, ardından alıp okumaya karar vermiştim. Mizahi bir dille kaleme alınmış distopik öyküler ilk başta şaşırtmış; o dünyaya alışınca çok keyif vermişti.
3 yıl sonra çıkan Iskalı Karnaval, bu mizahi distopik ya da daha kısa bir tanım yapmak gerekirse miztopik dünyada geçen 8 öyküden müteşekkil bir kitap; ancak açılış öyküsü, bu dünyaya biraz uzak, kısa bir öykü: Kalbi Büyüyen Adam. Bu yazıda, 8 öykünün üzerinde tek tek durarak analizler yapmak istemiyorum; çünkü bir öykü kitabının değerinin öykülerin bileşiminden aldığı kanaatindeyim. Yine de hemen her öykü kitabında bir parça daha öne çıkan ve o kitabın anlatmak istediği birçok şeyi ihtiva eden bir öykü olduğunu da düşünüyorum. Yazarın ikinci kitabı Toplum Böceği'ndeki Bir İsyanın Anatomisi, bu düşünceme güzel bir örnek teşkil ediyor. Iskalı Karnaval'ın açılış öyküsü Kalbi Büyüyen Adam da böyle bir öykü.
Bu düşüncem ilk başta tuhaf gelebilir; çünkü miztopik dünyasını övdüğüm yazarın miztopik olmayan bir öyküsünün kitabı özetlediğini ve onu oluşturan bileşenlerin özünü ihtiva ettiğini söylüyorum. İlk başta çelişkili gibi görünen bu düşüncemi, yazarın miztopik dünyasını anlatarak açıklamaya çalışacağım. Önce şu mizahi distopik (miztopik) kavramı ile ne anlatmak istediğimi açıklayayım.
Kerem Işık'ın öykülerindeki distopik dünya, karikatürizasyon ile oluşturulur. Burada karikatürizasyon kelimesini Whiplash yazımda da açıkladığım anlamda kullanıyorum, burada bir kez daha tekrar edeyim: Karikatür sanatı, çizginin kasten bozulmasıdır. Karakterler abartılı çizgilerde hayat bulurlar, normalden büyük burunludurlar, aşırı zayıftırlar, kocaman kafaları vardır ya da olmayacak tepkiler verirler vs... Işık'ın distopik öykülerinin karakterleri de böyledir. Yaşadıkları dünyaya yabancılaşmışlardır; ama her şeye kararlılıkla karşı çıkan lider karakterli insanlar da değildirler; ne yapacaklarını bil(e)meden, telaş içinde hem ayak uydurmaya çalışırlar hem de yakınırlar. Kitapta yer alan O En Güzel Klişe başlıklı öykünün ana karakterini düşünün: Bir zamanların yıldız oyuncusudur; ama artık gözden düşmüştür ve ne yapacağını bilememektedir. Yazar, bize bu distopik dünyayı bir filtre ile göstermekte gibidir: Mizahın çok temel bir unsuru devreye girer, yabancılaştırma. Cem Yılmaz'ın, yanlış hatırlamıyorsam, Bir Tat Bir Doku isimli gösterisinde bunu şöyle ifade ediyordu: Adamın birinin düştüğünü görürsünüz ve "Ben o değilim ki!" der, gülersiniz. Charlie Chaplin'in mizah anlayışını gözünüzde canlandırın: Şarlo karakterinin başına gelenlerin veya onun sakarlıkları nedeniyle çevresindekilerin başına gelenlerin sizin başınızdan geçtiğini düşünün. İster istemez gerilmeye ve sinirlenmeye başlarsınız; çünkü artık yabancı değil, taraf olmuşsunuzdur ve size yönelmiş doğrudan bir etki vardır. Artık hiçbir şey komik değildir; gerçektir.
Toplum Böceği'nde tanıştığımız ve Iskalı Karnaval ile devam eden distopik dünyada Kerem Işık, bizi bu yabancılaştırma filtresiyle bir gezintiye çıkarır. Gerçek hayatta başımıza geldiğinde fevkalade öfkeleneceğimiz şeyler, bu filtre sayesinde artık bize komik gelmeye başlar. Cem Yılmaz'ın da dediği gibi "Ben o değilim ki!" der ve gülmeye başlarız. Haldun Taner'in, daha önce de alıntıladığım şu sözünü tekrar etmekte fayda var: "Tiyatro bir aynadır, kabare ise dev aynasıdır." Kerem Işık, öykülerini bu dev aynasından bize gösterir. Metin Akpınar, 2007'nin sonunda katıldığı Aykırı Sorular programında bu etkiyi şöyle açıklar: "Sahnede bir kahramanlık oyunu sergileniyorsa, izleyici kendini o kahraman yerine koyar ve 'İşte ben oyum!' der, rahatlar. Öte yandan komedi oynanıyorsa 'Ben o değilim ki!' der ve topu başkasına atarak rahatlar; ancak zehir bir kez vücuda girmiştir ve bir kez daha düşünme noktasına davet edilmiştir." Kerem Işık'ın miztopik dünyasındaki karakterlerle tanışınca bunu hissederiz. Bir distopyada hissedeceğimiz bunalımın aksine, bu mizahi dil, abartılmış olaylar ve tepkiler sayesinde metnin dünyasına yabancılaşır ve araya bir duvar çekeriz. Artık bu dünya bize komik gelmeye başlar; ama zehir içimize girmiştir.
Miztopik dünya ile kastettiğim budur. Gerçek hayatta karşımıza çıksa veya başka bir dille anlatılsa bizi bunaltacak olan öyküler, Kerem Işık'ın mizahi dili sayesinde başka türlü bir etki göstermeye başlarlar. Karikatürizasyon ile yabancılaştığımız dünya, alışageldiğimiz distopik dünyadan çok farklı etki uyandırır; ancak yazarın ne demek istediğini de anlarız. Gündelik hayatta bizi bunaltan koşuşturmanın, hırslarımızın; günümüzde yegâne başarı ölçütü kabul edilen oysa gerçekte insanı boğan iş yaşantısının yukarıdan bakıldığında ne kadar komik ve hatta saçma olduğunu gösterir.
Iskalı Karnaval'ı özetlediğini iddia ettiğim Kalbi Büyüyen Adam, böyle bir öykü değil. O dünyaya ait değil ve böyle bir filtrenin de olmadığı bir öykü. Yine de, yazarın iki kitaptır bize anlatmaya çalıştığı dünyanın gerçek hayattaki sonuçlarını fantastik bir dille özetleyen bir öykü. Bu öyküde yazar, diğer öykülerinden farklı olarak mizahi dili bir kenara koyar; dolayısıyla artık yabancılaştırma etkisi yoktur: Artık 'Ben o değilim ki!' diyemeyiz; aksine 'Ben oyum!' deme zamanı gelmiştir. Herkesi sevmek, kucaklamak, mutlu olmak isteyen bir adamın içinden taşan duygular, tam da çocukluğuna yani saf olduğu döneme ait bir şey aklından geçerken kalbini büyütmeye başlar; ancak hiçbir karşılık bulmaz. Kimse onu anlamaz. Bu duygular hem rahatlatır hem de içinden taşıp karşılık bulamadığı için ızdırap verir. Duygular büyüdükçe, adamın algı biçimi değişmeye, her şey daha anlamlı gözükmeye başlar; ancak az sonra kitapta okuyacağımız diğer karakterler bunun farkında değildirler. Onlar distopik bir dünyada yitip gitmişlerdir; nitekim adamın ölümü de hiçbir şeyi değiştirmez. Toplum Böceği'nde tasvir edilen dünya aynen devam eder. Sadece küçük bir kız, o adamın öldüğü odada yaşamaya ve olağanüstü güzellikte bir melodi duyarak uyumaya devam eder. Yazar, ufak da olsa bir umut bırakır bize. Bu öykü, kitabın diğer öykülerinin aksine gerçeği son hızla suratımıza çarpar. Gerek Toplum Böceği'nde, gerekse Iskalı Karnaval'da tanıştığımız karakterlerin aslında ne denli boş şeyler uğruna kavga ettiklerini ve bu kavga sırasında da neleri ıskaladıklarını görmüş oluruz. Hayat aslında bir karnavaldır; ancak miztopik dünyanın insanları çeşitli nedenlerle bunu ıskalarlar.
Kerem Işık, Toplum Böceği ile çıktığı ve bizi de ortak ettiği bu miztopik yolculuğu Iskalı Karnaval'da da sürdürüyor. Dilerim 3 yıl sonra gelen bu yeni kitap, bu yılın ıskalanmayan kitapları arasında yerini alır.
3 yıl sonra çıkan Iskalı Karnaval, bu mizahi distopik ya da daha kısa bir tanım yapmak gerekirse miztopik dünyada geçen 8 öyküden müteşekkil bir kitap; ancak açılış öyküsü, bu dünyaya biraz uzak, kısa bir öykü: Kalbi Büyüyen Adam. Bu yazıda, 8 öykünün üzerinde tek tek durarak analizler yapmak istemiyorum; çünkü bir öykü kitabının değerinin öykülerin bileşiminden aldığı kanaatindeyim. Yine de hemen her öykü kitabında bir parça daha öne çıkan ve o kitabın anlatmak istediği birçok şeyi ihtiva eden bir öykü olduğunu da düşünüyorum. Yazarın ikinci kitabı Toplum Böceği'ndeki Bir İsyanın Anatomisi, bu düşünceme güzel bir örnek teşkil ediyor. Iskalı Karnaval'ın açılış öyküsü Kalbi Büyüyen Adam da böyle bir öykü.
Bu düşüncem ilk başta tuhaf gelebilir; çünkü miztopik dünyasını övdüğüm yazarın miztopik olmayan bir öyküsünün kitabı özetlediğini ve onu oluşturan bileşenlerin özünü ihtiva ettiğini söylüyorum. İlk başta çelişkili gibi görünen bu düşüncemi, yazarın miztopik dünyasını anlatarak açıklamaya çalışacağım. Önce şu mizahi distopik (miztopik) kavramı ile ne anlatmak istediğimi açıklayayım.
Kerem Işık'ın öykülerindeki distopik dünya, karikatürizasyon ile oluşturulur. Burada karikatürizasyon kelimesini Whiplash yazımda da açıkladığım anlamda kullanıyorum, burada bir kez daha tekrar edeyim: Karikatür sanatı, çizginin kasten bozulmasıdır. Karakterler abartılı çizgilerde hayat bulurlar, normalden büyük burunludurlar, aşırı zayıftırlar, kocaman kafaları vardır ya da olmayacak tepkiler verirler vs... Işık'ın distopik öykülerinin karakterleri de böyledir. Yaşadıkları dünyaya yabancılaşmışlardır; ama her şeye kararlılıkla karşı çıkan lider karakterli insanlar da değildirler; ne yapacaklarını bil(e)meden, telaş içinde hem ayak uydurmaya çalışırlar hem de yakınırlar. Kitapta yer alan O En Güzel Klişe başlıklı öykünün ana karakterini düşünün: Bir zamanların yıldız oyuncusudur; ama artık gözden düşmüştür ve ne yapacağını bilememektedir. Yazar, bize bu distopik dünyayı bir filtre ile göstermekte gibidir: Mizahın çok temel bir unsuru devreye girer, yabancılaştırma. Cem Yılmaz'ın, yanlış hatırlamıyorsam, Bir Tat Bir Doku isimli gösterisinde bunu şöyle ifade ediyordu: Adamın birinin düştüğünü görürsünüz ve "Ben o değilim ki!" der, gülersiniz. Charlie Chaplin'in mizah anlayışını gözünüzde canlandırın: Şarlo karakterinin başına gelenlerin veya onun sakarlıkları nedeniyle çevresindekilerin başına gelenlerin sizin başınızdan geçtiğini düşünün. İster istemez gerilmeye ve sinirlenmeye başlarsınız; çünkü artık yabancı değil, taraf olmuşsunuzdur ve size yönelmiş doğrudan bir etki vardır. Artık hiçbir şey komik değildir; gerçektir.
Toplum Böceği'nde tanıştığımız ve Iskalı Karnaval ile devam eden distopik dünyada Kerem Işık, bizi bu yabancılaştırma filtresiyle bir gezintiye çıkarır. Gerçek hayatta başımıza geldiğinde fevkalade öfkeleneceğimiz şeyler, bu filtre sayesinde artık bize komik gelmeye başlar. Cem Yılmaz'ın da dediği gibi "Ben o değilim ki!" der ve gülmeye başlarız. Haldun Taner'in, daha önce de alıntıladığım şu sözünü tekrar etmekte fayda var: "Tiyatro bir aynadır, kabare ise dev aynasıdır." Kerem Işık, öykülerini bu dev aynasından bize gösterir. Metin Akpınar, 2007'nin sonunda katıldığı Aykırı Sorular programında bu etkiyi şöyle açıklar: "Sahnede bir kahramanlık oyunu sergileniyorsa, izleyici kendini o kahraman yerine koyar ve 'İşte ben oyum!' der, rahatlar. Öte yandan komedi oynanıyorsa 'Ben o değilim ki!' der ve topu başkasına atarak rahatlar; ancak zehir bir kez vücuda girmiştir ve bir kez daha düşünme noktasına davet edilmiştir." Kerem Işık'ın miztopik dünyasındaki karakterlerle tanışınca bunu hissederiz. Bir distopyada hissedeceğimiz bunalımın aksine, bu mizahi dil, abartılmış olaylar ve tepkiler sayesinde metnin dünyasına yabancılaşır ve araya bir duvar çekeriz. Artık bu dünya bize komik gelmeye başlar; ama zehir içimize girmiştir.
Miztopik dünya ile kastettiğim budur. Gerçek hayatta karşımıza çıksa veya başka bir dille anlatılsa bizi bunaltacak olan öyküler, Kerem Işık'ın mizahi dili sayesinde başka türlü bir etki göstermeye başlarlar. Karikatürizasyon ile yabancılaştığımız dünya, alışageldiğimiz distopik dünyadan çok farklı etki uyandırır; ancak yazarın ne demek istediğini de anlarız. Gündelik hayatta bizi bunaltan koşuşturmanın, hırslarımızın; günümüzde yegâne başarı ölçütü kabul edilen oysa gerçekte insanı boğan iş yaşantısının yukarıdan bakıldığında ne kadar komik ve hatta saçma olduğunu gösterir.
Iskalı Karnaval'ı özetlediğini iddia ettiğim Kalbi Büyüyen Adam, böyle bir öykü değil. O dünyaya ait değil ve böyle bir filtrenin de olmadığı bir öykü. Yine de, yazarın iki kitaptır bize anlatmaya çalıştığı dünyanın gerçek hayattaki sonuçlarını fantastik bir dille özetleyen bir öykü. Bu öyküde yazar, diğer öykülerinden farklı olarak mizahi dili bir kenara koyar; dolayısıyla artık yabancılaştırma etkisi yoktur: Artık 'Ben o değilim ki!' diyemeyiz; aksine 'Ben oyum!' deme zamanı gelmiştir. Herkesi sevmek, kucaklamak, mutlu olmak isteyen bir adamın içinden taşan duygular, tam da çocukluğuna yani saf olduğu döneme ait bir şey aklından geçerken kalbini büyütmeye başlar; ancak hiçbir karşılık bulmaz. Kimse onu anlamaz. Bu duygular hem rahatlatır hem de içinden taşıp karşılık bulamadığı için ızdırap verir. Duygular büyüdükçe, adamın algı biçimi değişmeye, her şey daha anlamlı gözükmeye başlar; ancak az sonra kitapta okuyacağımız diğer karakterler bunun farkında değildirler. Onlar distopik bir dünyada yitip gitmişlerdir; nitekim adamın ölümü de hiçbir şeyi değiştirmez. Toplum Böceği'nde tasvir edilen dünya aynen devam eder. Sadece küçük bir kız, o adamın öldüğü odada yaşamaya ve olağanüstü güzellikte bir melodi duyarak uyumaya devam eder. Yazar, ufak da olsa bir umut bırakır bize. Bu öykü, kitabın diğer öykülerinin aksine gerçeği son hızla suratımıza çarpar. Gerek Toplum Böceği'nde, gerekse Iskalı Karnaval'da tanıştığımız karakterlerin aslında ne denli boş şeyler uğruna kavga ettiklerini ve bu kavga sırasında da neleri ıskaladıklarını görmüş oluruz. Hayat aslında bir karnavaldır; ancak miztopik dünyanın insanları çeşitli nedenlerle bunu ıskalarlar.
Kerem Işık, Toplum Böceği ile çıktığı ve bizi de ortak ettiği bu miztopik yolculuğu Iskalı Karnaval'da da sürdürüyor. Dilerim 3 yıl sonra gelen bu yeni kitap, bu yılın ıskalanmayan kitapları arasında yerini alır.