Bir zamandır yeni deneme yazamıyorum. Bir tıkanıklıktan ziyade bir isteksizlik; hadi belki biraz da korku var içimde. Envai çeşit bahane türetip aklımdaki denemelerin başına oturmamayı başarıyorum. Biraz ders çalışmamak veya spor yapmamak için bahane üretenlerin durumuna benzer bir şey... Bir başlasam devamı gelecek ya, başlayamıyorum. Bir de, denemelerin ritmi kafamda oturana kadar tam emin olamıyorum; hülasa uzun bir yazma sürecinin neticesi hepsi. Bu uzun aralıkları biraz olsun kısaltmak adına blogda yeni bir seri başlatmak istedim. Kalemin ucuna gelen yazılardan müteşekkil bir okuma güncesi olsun: Don Quijote'nin Seyir Defteri.
Hanidir beklettiğim bir romanı aldım elime: Middlesex. Bir şekilde hep geri plana ittiğim; "Aman bir ara okurum..." diyerek senelerce kitaplığımda beklettiğim kitaplardan biriydi. Sanırım Yakın Kitabevi'nde çalıştığım dönemde Hakan tavsiye etmişti bana. O zamandan beri hep aklımdaydı; ama türlü sebeplerle okumayı erteledim. Hadi itiraf edeyim; bir okur olarak idmanımın düştüğünü; bu nedenle uzun metinler okumaktan korktuğumu da hissediyordum. Bu çok geçerli (!) sebeplerle bir türlü elim gitmemişti kitaba. Doğrusu ya, kitabı ne zaman aldığımı dahi hatırlamıyorum! Herhalde Kerem Abi'nin kitaplığından aşırmışım, zamanla o da unutmuş, ben de unutmuşum. Neyse; ilk sayfasına adımı yazdım, öyle ya da böyle, artık benim kitaplığımın bir sakini...
Çift cinsiyetli olarak dünyaya gelen; bu nedenle hayatının yarısını kadın yarısını erkek olarak yaşayan Calliope'nin ağzından kendi hikâyesini; taaa iki nesil önceden başlayarak izliyoruz. Bursa'da başlayan hikâye, behemehal sizi içine alıyor ve Calliope'nin akrabalarıyla birlikte seyahat ediyorsunuz. Kitabı bu denli beklettiğime hem hayıflandım, hem sevindim: Çok daha erken tanışabileceğimize üzüldüm; tam da şimdi tanıştığımıza sevindim.
Abbas Kiyarüstemi, daha önce denemelerimde de içinden alıntılara yer verdiğim Sinema Dersleri kitabında "Bir filmi sevip sevmediğimi anlıyorum; ama neden sevdiğimi anlatmak o kadar kolay değil." der. Has okurlar, bunun sahiden de ne kadar zor olduğunu hemen anlamıştır. Bir şeyi sevmediğini açıklamak her zaman daha rahattır; patlayan dikiş yerlerini göstermek çoğu kez yeterli olur. Bununla birlikte insan sahiden kimi zaman nedensiz de sever.
Neyini sevdim? Sanırım en önemli etmen şu cümlede gizli: Okunabilir, akıcı bir form içerisinde meselesi; derinliği olan bir anlatı kurabilmek. Belki benim hüsnükuruntumdur; mamafih son dönemde iyi edebiyatın okunması zor edebiyata dönüştüğünü hissediyorum. Sanki anlamı kırmak, dilin sarihliğini bozarak bir derinlik yaratmaya çalışmak biraz daha öne çıkıyor, son zamanlarda. Middlesex'te beni en çok heyecanlandıran; handiyse çocukluğumdaki kitap okuma heyecanını yaratan esas etmen bu oldu. Uzun zamandır, sayfaları arasında kaybolduğum; "Ne ara bu kadar okudum?" dediğim bir roman almamıştım elime. Bir diğer deyişle, bir romanın içinde kaybolma hissini bana yaşattığı için sevdim sanırım. İyi bir romanın üzerimde iki etkisi oluyor: Beni yeni şeyler yazmaya itiyor ve o yazara ait başka kitapları öne almama vesile oluyor. Jeffrey Eugenides'ten Bakir İntiharlar, sayfaları arasında kaybolmam için Middelex'in bitmesini bekliyor.
"Don Quijote'nin Seyir Defteri"ne başladım sonunda! Kısa ya da uzun yaz, fark etmez, senin kalemini seviyorum. Eline sağlık dostum.
YanıtlaSil